BÖLÜM – 1
Haricîler “Allah’ın vahyettiği ile hükmetmeyenler kâfirdirler” (el-Mâide, 5/47) ayetini “Lâ hukme illâ lillâh” (Allah’tan başka kimse hükmedici değildir) şeklinde formüle ediyorlardı. Akidelerini de masum müminleri kılıçlarıyla katlederek tatbike geçtiler ve öldürülünceye kadar öldürmeye doymadılar
“Günümüz Haricileri” ……”Hanifler”……
Mezhepler tarihçileri, Haricîlerin ortaya çıkısını ünlü hakem olayına bağlamakla birlikte başka nedenlerin varlığından ve etkisinden de söz etmektedirler. Bunların en önemlileri şöyle özetlenebilir:
- Haricîlik hareketi, kurra diye bilinen son derece dindar ve bilgili bir kesimin öncülük ettiği bir düşünceyi temsil etmektedir. Bu kesim siyasi çalkantılardan ve toplumsal dengesizlikten rahatsız olmakta, İslam’ın ilk yıllarındaki ideal toplumun özlemini duymaktadırlar. Haricîlik hareketi, bu idealist grubun özlemlerini gerçekleştirme girişimidir.
- Haricîliğin ortaya çıkmasındaki önemli bir neden, merkezi yönetime karşı süregelen geleneksel direniş psikolojisidir. Buna, cahiliye döneminin zihin yapısını karakterize eden bireysel bağımsızlık eğiliminin de önemli bir etkisi olduğu eklenebilir.
- Haricîlik hareketinde, çeşitli Arap kabileleri arasında eskiden beri süregelen kavmiyet psikolojisi ile babadan oğula geçen savaş ruhu da önemli ölçüde kendisini göstermektedir.
- Haricîlerin ortaya çıkmalarına yol açan nedenlerden biri de, bu kişilerin aşırı Şii fırkalardan olan Sebeiyye ile olan bağlantılarıdır. Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle sonuçlanan isyan hareketleri Sebeiyye tarafından başlatılmış ve yürütülmüştü. Haricîler ve önderleri de bu hareketler içinde yer almışlardı.
Haricîler, Hz. Osman’ın şehit edilmesi sorumluluğuna katılıyorlar, hatta bununla övünüyorlardı. Haremlerin bir anlaşma sağlamaları durumunda hiç şüphesiz bundan en çok zarar görecekler Haricîler olacaklardı. Bu nedenle Hz. Ali’yi terk ederek bu yoldaki muhtemel bir gelişmenin etkilerinden kendilerini kurtarmak istemişlerdi.
Hanifliğin ortaya çıkması…. Günümüz Haricileri….
- Haniflik diye tabir edilen akım veya mezhep “SADECE Kur’an” sloganı ile ortaya çıkıp, Allah (CC) noktadan adım atmışlardı. Allah (CC) Beyanında belirttiği tüm hükümlerin sadece ve sadece kendi üzerlerinde bir hayat nizamı kurmakla iman edileceği gerçeğini telaffuz ediyorlardı.
- Hanifliğin ortaya çıkışındaki bence en büyük etken, günümüz Müslümanlarının!! içi boşaltılmış olan kulluk vazifelerini yaparak Allah (CC) rızasını kazanacaklarına olan tepkidir. Aslında iman ettim diyen her bireyin bu tarz içi boş amellerin DİNİ rayından çıkararak nefisleri rahatlamak olduğu görmesi gerekir. Ve Hanif olarak kendilerini adlandıranlar bunu yapmak için yol haritası çizdiler… Ama…….*****3. Bir diğer önemli neden ise tarih boyunca “Allah (CC), Kur’an ve Peygamberini” adeta ayakçı olarak kullanan din bezirgânlarına olan tepkidir.****** ….evet Ama….. Ama Hanif mezhebi bunlar ile mücadele edip dini gerçekten yaşayacaklarına ve de hali ile tebliğ edeceklerine, öncelikle Kur’an ayetlerini kendi akıllarına göre tevil etmeye başladılar. Önceleri Namaz, Oruç gibi kulluk vazifeleri hakkında içi boş derken daha sonraları bu kulluk vazifelerini yapanları alay konusu edindiler, hatta daha ileri gidip “müşrik” olmakla suçlamaya başladılar. Daha sonraları, iblis, şeytan, cin, melek, Cibril, kıble ve birçok konuda kavram kargaşası oluşturarak o meşhur “Tevil” ve “Tahrif” girişimlerine başladılar ve o meşhur kelime başı kelam peydahlandı—Aslında………. diye başlayıp…… Allah (CC) burada bunu demiştir. …..hükümleri.. Kelamın sonuna Allah bilendir. Yanlışlık bizimdir demek sureti ile masumane bir katil edası ile Allah (CC) adına Allah’ın dinini katletmeye başladılar… Evet, kimdi bu Hanifler… Allah bizden Müslüman olarak ölmemizi isterken HANİF kavramı üzerinden neden din peydahlamak istediler. Hem de Allah (CC) kitabını kullanarak…..
Öncelikle Allah (CC) Âdem (a.s)… Muhammed (a.s). arası insanların ne üzerine olmasını ve ile kendilerini tanımlıyor;
Şüphesiz Allah (CC) katında din İslam’dır. İslam dinine mensup olan inanmış kişilerde Müslümandır. Ve Rahman bizlerin adını Müslüman olarak koymuş çeşitli ayetlerde de bunu ısrarla belirtmiştir.
(Ali-İmran-67) İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan’dı; fakat o, Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslümandı, müşriklerden de değildi.
(Al-i İmran 19] (Elbette Allah katında [hak] din, İslam’dır. Kendilerine kitap verilenler [Hıristiyan ve Yahudiler] gerçeği bildikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden, [İslamiyet hakkında] ihtilafa düştüler. Allah, ayetlerini inkâr edenin cezasını vermekte çok çabuk hesap görücüdür.)
[Al-i İmran 85] Kim, İslamiyet’ten başka bir din ararsa, iyi bilsin ki, o din asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette en büyük zarara uğrayacaktır.)
(Al-i İmran 20] (Eğer seninle tartışmaya girişirlerse, “Ben bana uyanlarla birlikte kendimi Allah’a verdim” de. Kendilerine Kitap verilenlere ve müşriklere, “Siz İslam’ı kabul ettiniz mi?” de, şayet İslam’ı kabul ederlerse, doğru yola girmiş olurlar, yüz çevirirlerse, sana yalnız tebliğ etmek düşer. Allah kullarını [hakkıyla] görür.)
[Bakara 132) (İbrahim de bu dini kendi oğullarına vasiyet ettiği gibi Yakub da, ”Oğullarım, Allah [razı olduğu] dini [İslam’ı] sizin için seçti. O halde [ölüm gelmeden önce Müslüman olun ve] ancak Müslüman olarak ölün” dedi)
[Al-i İmran 52] (İsa, küfürlerini sezince, “Allah yolunda bana kim yardımcı olacak” dedi. [imanlı] Havariler, “Biz, Allah yolunda yardımcıyız; Allah’a inandık, sen şahit ol, biz Müslümanız” dediler.)
[Bakara 128] ([İbrahim ve İsmail dedi ki:] Rabbimiz, ikimizi Müslüman kıl, hem de soyumuzdan Müslüman bir ümmet meydana getir.)
[Al-i İmran 80] (O, meleklerle peygamberleri ilah edinmenizi de size emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra, size küfrü emreder mi?)
[Al-i İmran 102] (Ey inananlar, ancak Müslüman olarak ölün.)
[Yusuf 101] ([Yusuf aleyhisselam dedi ki:] Canımı Müslüman olarak al.)
[Araf 126] (Ey Rabbimiz, Müslüman olarak canımızı al.)
[Maide 3] (Bugün size dininizi kemale erdirdim, size olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı beğendim.)
[Enam 163] (Ben Müslümanların ilkiyim.)
[Yunus 90] [Firavun] “İsrail oğullarının inandığı ilaha ve ondan başka ilah olmadığına iman ettim. Ben de Müslümanım” dedi.)
[Enbiya 108][Hicr 2] [Nahl 81] [Neml 91][Kasas 52,53] [Ahzab 35] [Fussilet 33] [Zuhruf 69,70].
[Maide 111] [Yunus 84] [Nahl 89] [Hac 78] [Neml 31][Neml 42] [Neml 81][Ahkaf 15][Kalem 35]
Peki, Allah (CC) bu kadar Müslümanlık ile ilgili ayet beyan ederken NEDİR BU HANİF KAVRAMI?
Biraz inceleyelim….
Hanif?
Meyletmek anlamındaki “h-n-f” kökünden türeyen hanîf kelimesi sözlükte; dalâletten istikâmete meyleden kimseye; din ıstılahında ise Hz İbrahim (as)’ın tebliğ ettiği hak din üzere olan ve Allah’ın birliğini kabul eden müminlere denir Çoğulu hunefâdır Hz Muhammed (as)’in Peygamber olarak gönderildiği Hicaz bölgesinde, Yahudi, Hristiyan ve müşriklerin dışında az da olsa hanîfler vardı Bunlar, putlara tapmıyorlar, Allah’ın birliğine inanıyorlardı…..
Kur’an’da “hanîf” kelimesi ikisi çoğul şekli olmak üzere 12 ayette geçmiştir
Kur’an’da İbrahim (as)’ın dininin hanîf (Bakara, 2/135; Âl-i İmrân, 3/95), kendisinin de Müslüman bir hanîf (Bakara, 2/135; Nahl, 16/120) olduğu bildirilmiş, İbrahim’in dinine uyanlar ve “hanîf” vasfını kazananlar övülmüştür (Nisâ, 4/125; En’âm, 6/101) Hz. Muhammed (as)’in tebliğ ettiği hak din İslâm da, İbrahim (as)’ın tebliğ ettiği hanîf din de tevhîd esasına dayalı dosdoğru yol, dosdoğru dindir “(Ey Resulüm!) De ki; Rabbim beni sırat-ı müstakime (dosdoğru yola=İslam’a) dosdoğru dine, Allah’ı birleyen İbrahim’in dinine iletti” ayeti bu gerçeği ifade etmektedir (En’âm, 6/161) Hanîf esasına dayalı din, fıtrat dinidir Allah, bütün insanları bu din üzerine yaratmıştır: “Sen yüzünü/özünü Allah’ı birleyici (hanîf) olarak dine, Allah’ın dinine çevir ki Allah insanları bu din üzere yaratmıştır Allah’ın yaratması değiştirilemez İşte doğru din budur Fakat insanların çoğu bunu bilmez” (Rûm, 30/30) Kur’an’da Allah’a ortak koşmadan hâlis olarak Allah’ı birleyenler (hunefâ) olunması (Hac, 22/31), hanîf olarak, hak dine yönelinmesi (Yûnus, 10/105) ve ibadet edilmesi (Beyyine, 98/4) emredilmiştir
Peki, Allah (CC) Allah katında halis din İSLAM derken ve de ancak Müslüman olarak ölünüz derken neden birileri HANİF kavramı üzerinden din peydahlama gayretindeler.
O zaman başka bir kaç kavramı daha inceleyelim;
İhlâs
İhlâs kelimesi, sözlükte “arınmak, saflaşmak, kurtulmak” manasındaki hulûs/halâs kökünden türetilmiş olup “bir şeyi, içine karışmış ve değerini düşürmüş olan başka şeylerden temizleyip arındırmak, saflaştırmak” anlamına gelir. Allah’ın dışındakilerden teberrî/uzaklaşma, ayrılık ve kurtuluş anlamı da vardır. İhlâs kelimesi, terim olarak “ibadet ve iyilikleri riyadan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak” demektir.
(Yusuf, 24) İşte Biz ondan (Yusuf’tan) fenalığı ve fuhşu gidermek için (böyle yaptık, delilleri gösterdik). Çünkü o, Bizim ihlaslı kullarımızdandı.””
(Bakara, 139) “Bizim yaptıklarımızın mükâfatı bize; sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O’na muhlis kullarız, ihlâsla (gönülden) bağlananlarız.”
“Yeryüzünde insanlara (fenalıkları) süsleyeceğim, elbette onların hepsini azdıracağım. Ancak içlerinde ihlâsa sahip müminler bunun dışındadır.” (15/Hicr, 40; 38/Sâd, 83)
“Allah’ın ihlâs sahibi kulları müstesna” (37/Sâffât, 40, 74, 128, 160).
Ahlâk önderleri peygamberler, varlıkları ihlâsla yoğrulmuş şahsiyetlerdir. Hz. Mûsâ, Hz. Yusuf, Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Yakub ve Hz. Peygamber (s.(a.s).)’in özellikleri anlatılırken Kur’an onları ihlaslı kullar olarak nitelemiştir (19/Meryem, 51; 12/Yusuf, 24; 38/Sâd, 45, 46; 39/Zümer, 11). Çünkü peygamberler dâvet ve tebliğlerinde daima, Hakk’ın rızasından başka bir maksat gütmeyerek ihlâslarını ortaya koymuşlardır.
İman ve ibadette ihlâs sadece tavsiye değil; aynı zamanda bir emirdir. “De ki: ‘Bana dini Allah’a hâlis kılarak O’na kulluk etmem emrolundu.” (39/Zümer, 11) “De ki: ‘Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkarım. De ki: ‘Ben dinimde ihlâs ile ancak Allah’a ibadet ederim.” (39/Zümer, 12-14) “Kim Rabbine kavuşmayı isterse sâlih amel işlesin ve Rabbine ibadetinde (muhlis olsun) hiçbir şeyi şirk/ortak koşmasın.” (18/Kehf, 110).
A’râf, 29; 10/Yûnus, 22; 31/Lokman, 32; 4/Nisâ, 46; 39/Zümer, 2, 11, 14; 40/Mümin 14, 65
İhsan
İhsan kelimesi, ‘hasene’ kelimesinden türemiştir. Bütün güzellikleri ve rağbet edilen şeyleri ifade eder. İhsan; iyilik etme, güzel davranma, ikram etme, lütuf, bağış, güzellik, uygunluk, güzel olan şeyi en güzel şekilde yapmak demektir. İhsan, başkasına nimet sunmak, iş ve fiillerinde güzel davranmak veya gerekenden fazla verip, gereğinden azını almaktır.
“Bir zamanlar Biz (Tih’den çıktıkları vakit Benî İsrail’e), ‘Bu karyeye (şehre, kasabaya) girin, dilediğiniz yerde ondan dilediğinizi bol bol yiyin, kapısından eğilerek girin, (girerken) ‘Hıtta! (Ya Rabbi bizi affet!)’ deyin ki sizin hatalarınızı bağışlayalım; zira Biz, Muhsinlere (iyilik yapanlara) ziyade vereceğiz (mükâfatı arttıracağız)’ dedik.” (2/Bakara, 58; benzeri ayet için bkz. 7/A’râf, 161)
(2/Bakara, 195) “Allah yolunda infak edin/harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. İhsan edin (her türlü hareket ve davranışınızı güzel ve dürüst yapın); Allah muhsinleri (güzel iş yapanları) sever.”
(3/Âl-i İmrân, 134) “O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için infak ederler (harcarlar); öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da ihsan sahiplerini (güzel davranışta bulunanları) sever.”
(4/Nisâ, 36) “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara ihsan edin/iyi davranın. Allah kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez.”
(6/En’âm, 151) “De ki: ‘Geliniz, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayın. Ana babaya ihsan/iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin; sizin de onların da rızkını Biz veririz. Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve haksız yere Allah’ın yasakladığı cana kıymayın! İşte şu size anlatılanları Allah vasiyet etti. Umulur ki düşünüp anlarsınız.”
(9/Tevbe, 100) “Öne geçen ilk muhacirler ve ensâr ile onlara ihsanla/güzellikle tâbi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.”
(10/Yûnus, 26) “İhsan edenlere/güzel amel işleyenlere daha güzel mükâfat (cennet), bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır, ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedî kalacaklardır.”
(11/Hûd, 115) “Sabırlı ol, çünkü Allah, ihsan sahibi muhsinlerin (güzel iş yapanların) mükâfatını zayi etmez.”
(16/Nahl, 90) “Muhakkak ki Allah, adâleti, ihsanı/iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”
(17/İsrâ, 7) (17/İsrâ, 23) (18/Kehf, 30-31) (28/77)(46/Ahkaf, 15)
Şimdi HANİF kavramı alınarak yeni bir din peydahlamaya çalışanlara şu soruyu sormak gerekir. Madem Kur’an’dan seçtiğiniz bir Müslüman sıfatını yeni bir dinmiş gibi sunup Allah (CC) emrettiği tüm emir ve yasaklar hakkında tartışmalar açıp O’nun emir ve yasaklarını derdest edeceksiniz alın size, iki kavram daha “ihsan ve ihlas” ve bunlara veli, itaat, ilim sahipleri,… gibi kavramlarda eklenebilir ki; bunların hepsi Allah (CC) Müslümanların olmazsa olmaz özellikleri olarak sıraladığı sıfatlardır. Aynen HANİF kavramı gibi. Bu günlere de kavram üzerinden bilmece çözdürmeye niyetli olanlar maalesef kavram kargaşası oluşturarak “BEYANI” anlaşılmaz gibi göstermektedirler. Aslında kendi içlerinde çelişkiye düşmektedirler. Allah (CC) kitabı apaçıktır, demelerine rağmen “Aslında” diye başlayıp “…….. Konuda Allah (CC) şunu demek istemiştir ” diyerek Allah (CC) adına hüküm vermektedirler. Oysa Allah (CC) birçok ayette, Kitabın apaçık olduğunu belirtmektedir *(bu konu ileride işlenecektir)****İlgili ayetlerde Rahman derki;
ZUHRUF SURESİ 2. AYET: Apaçık Kitaba andolsun ki
YUSUF SURESİ 1. AYET: Elif. Lâm. Râ. Bunlar, apaçık Kitabın ayetleridir.
BAKARA SURESİ 99. AYET: Andolsun, sana apaçık ayetler indirdik, onları yoldan çıkmışlardan başkası inkâr etmez.
YUNUS SURESİ 15. AYET: Onlara ayetlerimiz açık açık okunduğu zaman (öldükten sonra) bize kavuşmayı beklemeyenler: Ya bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir! dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.
HİCR SURESİ 1. AYET: Elif. Lâm. Râ. Bunlar Kitabın ve apaçık bir Kur’an’ın ayetleridir.
MERYEM SURESİ 73. AYET: Onlara açık açık ayetlerimiz okunduğu zaman, inkâr edenler, inananlar için “İki topluluktan hangisinin makamı daha hayırlı, meclisi (mevkii) daha güzeldir?” derler.
HAC SURESİ 16. AYET: İşte biz onu (Kur’an’ı) apaçık ayetler olarak indirdik; şüphesiz Allah, dilediğini hidayete yöneltir.
HAC SURESİ 72. AYET: Kendilerine apaçık ayetlerimiz okunduğu zaman kâfirlerin yüzlerinde hoşnutsuzluk belirdiğini anlarsın. Neredeyse kendilerine ayetlerimizi okuyanların üzerine saldıracaklar. De ki: “Size bundan (bu öfkeli durumunuzdan) daha kötü bir şey haber vereyim mi? Varacağınız ateş! Allah onu kâfirlere vadetmiştir. Ne kötü sonuçtur (o)!
NUR SURESİ 1. AYET: Bu indirdiğimiz ve uygulanmasını farz kıldığımız bir suredir. Düşünüp öğüt almanız için onda açık açık ayetler indirdik.
NEML SURESİ 1. AYET: Ta, sin. Bunlar Kur’an’ın ve apaçık olan kitabın ayetleridir.
KASAS SURESİ 2. AYET: Bunlar, apaçık Kitabın ayetleridir.
ANKEBUT SURESİ 49. AYET: Hayır, o, kendilerine ilim verilenlerin göğüslerinde apaçık olan ayetlerdir. Zulmedenlerden başkası, bizim ayetlerimizi inkâr etmez.
YASİN SURESİ 69. AYET: Biz ona (Peygamber’e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah’tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır.
DUHAN SURESİ 2. AYET: Apaçık olan Kitaba andolsun ki
AHKAF SURESİ 7. AYET: Ayetlerimiz onlara açıkça okunduğu zaman hakikat kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler: “Bu, apaçık bir büyüdür” dediler.
HADİD SURESİ 9. AYET: Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.
MÜCADELE SURESİ 5. AYET: Allah’a ve Resulüne karşı gelenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Biz apaçık ayetler indirmişizdir. Kâfirler için küçük düşürücü bir azap vardır.
TALAK SURESİ 11. AYET: İman edip sâlih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah’ın apaçık ayetlerini okuyan bir Peygamber göndermiştir. Kim Allah’a inanır ve faydalı iş yaparsa Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. Allah o kimse için gerçekten güzel bir rızık vermiştir.
Allah (CC) bu kadar açık ayetler ile “Beyanın” aşikâr olduğunu belirtmişken neden “VAHİY” kavram kargaşası oluşturularak “ANLAŞILMAZ” bir hale sokulmaktadır. Beyanda bahsi geçen her bir konu için “Aslında ….” diye başlayıp “….Allah burada bunu murad etmiştir” diyecek kadar Allah (CC) adına konuşanlar “KENDİ ELLERİ İLE YAZDIKLARI TEVİLLERİ BU ALLAH KATINDANDIR” demekten ar etmemektedirler… Revaçta olan Namaz, Oruç… gibi konularda mangalda kül bırakmayıp ilimleri ile!!! O külleri bertaraf edenler iş kendilerine geldiğinde inat ve inkârlarında sabit kalmaktan beri durmamaktadırlar. Namaz konusunda; “Namaz kelimesi nerede geçiyor Kur’an’da” diyerek, “Namaz farsça bir kelime sizin uydurmanız” diyerek ne kanıtlamaya çalışıyorlar. Hâlbuki o farsça dedikleri NAMAZ kelimesini iteleyip, kakalayıp derdest edeneler, yine birbirlerini onore etmek için “HÜDAYA EMANETSİNİZ”, “HÜDA İLMİNİZ ARTTIRSIN” diyerek kendi kendilerini gülünç duruma düşürdüklerinin farkına varamıyorlar. Yapılan münazaralarda kullandıkları “PEYGAMBER” kelimesinin Türkçe olduğunun farkında değiller mi? O zaman ortaya çıkıp şunu haykırmaları gerekmiyor mu? HÜDAYI İNKÂR EDİYORUM HÜDA MECUSİLERİN İLAHIDIR….. PEYGAMBERİ İNKÂR EDİYORUM PEYGAMBER TÜRKLERİN YOL GÖSTERİCİSİDİR…. Bakın kaynaklar Peygamber kelimesi hakkında ne diyor…
Peygamber bir dinde Tanrı’nın mesajlarını ve buyruklarını insanlara ileten elçi. Peygamber sözcüğü Türkçeye Farsçadan gelmiştir. O. Kökeni olan peyam, haber anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Peygamber, “Haber Getiren” gibi bir anlam taşımaktadır. Tanrı inancına sahip ve dine inanan insanlar, Peygamberlerin Yaratıcı olan Allah’tan bir mesajla, haberle geldiğine inanırlar. Benzer bir anlama gelen Arapçadaki “Nebi” (نبي) sözcüğü, yine haber demek olan “nebe” kökeninden türemiş bir sözcüktür. Bu bağlamda konu başlıkları halinde “TEVİL” ve “TAHRİF” edilen Ayetler tek tek işlenecektir. Allah (CC) en iyisini bilendir…
BÖLÜM – 2
Rahman ve Rahim olan Allah (CC) ın adı ile….
“Selâmun âlâ İbrahim: ‘İbrahim’e selâm olsun!” (37/Sâffât, 109)
“Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı ikame edenlerden (dosdoğru kılanlardan) eyle; ey Rabbimiz! Duamı kabul et!” (14/İbrahim, 40)
“İbrahim’de, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır.” (60/Mümtehine, 4)
Bir anlayabilseler…..
Kur’an’da bulunan ve Allah (CC) ın Müslümanların bir sıfatı olan HANİF kavramı üzerinden yeni bir din peydahlamaya çalışanlara………
Allah (CC) Hanif (dalâletten istikâmete meyleden) özelliğini sadece İbrahim (a.s) has bir özellik olarak kılmamıştır. Muhammed (a.s) ne kadar İbrahim (a.s) milletine tabii ise..
“Ben hanîf (Allah’ı bir bilen ve O’na yönelmiş) olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim. Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: ‘Beni doğru yola hidayet etmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O’na şirk/ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Rabbimin dilediği dışında hiçbir şey olmaz. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ ibret almıyor musunuz? Siz, Allah’ın size, haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O’na şirk/ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım?! Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki gruptan (Allah’ı tek ilâh kabul edenlerle O’na ortak koşanlardan) hangisi (Allah’ın azabından) emniyette/güvende olmaya daha lâyıktır?” (6/En’âm, 79-81)
İbrahim (a.s) da kendinden önceki Nebilerin milletine tabii olarak Kur’an’da işaret edilmiştir.
Ve muhakkak ki, onun dininden olanlardan (önemli biri de) İbrahim (as)’dır. (Saffat-83)
Ancak, kendilerinin HANİF olduğunu iddia eden günümüzdeki devşirme fikirliler, ne yazık ki; bunu kavrayamamış. İbrahim (a.s). üzerinden yeni bir din peydahlamaya girişmişlerdir.
Allah (CC) ın emrettiği kulluk vazifelerini alay konusu edenler. Kendilerinin SALAT ettiklerini ifade etseler dahi. Yaptıkları SALAT’ın ne tarifini ve nede şeklini bir türlü ortaya koyamamışlardır. Allah (CC) Yüce beyanın şöyle der…
“Rabbiniz (şöyle) buyurdu: ‘Bana dua edin, size icabet edeyim.” (40/Mümin, 60)
“De ki: ‘Duanız (yalvarmanız) olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?” (25/Furkan, 77)
“Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilin ki, O haddi aşanları sevmez.” (7/A’râf, 55)
SALAT kavramı ile birlikte birçok kavramı kendi akıl ve hevalarına göre ”TEVİL-TAHRİF” edenler, her ne hikmetse, sıkıştıkları zaman Allah (CC) “beyanı” üzerinden deliller sunmaktan da geri kalmamışlardır. Ancak getirdikleri delilleri de yine aynı yöntem yani ”TEVİL-TAHRİF” ile getirmektedirler.
“Allah’a yöneldiğiniz halde, O’na karşı gelmekten sakınınız, namaz kılınız, fırka fırka olup dinlerinde ayrılığa düşen, her fırkasının da kendisinde bulunanla sevindiği müşriklerden olmayınız” (er-Rûm 30/31-32).
Müslüman’ın olmazsa olmazı olan NAMAZ’ın Allah (CC) emri olmadığını ve hatta Mecusiler tarafından ilahları için uydurulan bir tapınma olduğunu kendi elleri ile yazdıkları tevil ve tahriflerle dolu sözde tebyinlerinde sık sık dile getirirler…
Arap fatihler İran’a geldiğinde Mecusi dindarları kırsal bölgelere sözde göçebeymiş gibi kaçarak yerleşik olmayan bir düzende gizlice ateşe tapınma ayinlerini sürdürdüler. Bugün bile bu sözde göçebelere Nomad ya da Nemaz (Son harf, d ile z arası okunur) denmektedir. “Ateşe tapar” Mecusilerin tapınak tandırında ve sunak içinde yanan ve hiç söndürülmeyen kutsal ateşlerine secde etmelerine hâlen 2000 yılında bile “Nemaz” denmektedir. Zira Mecusilerin bir kısmı da doğrudan İran’ı terk ederek (Bombay ağırlıklı) Hindistan’a yerleşip, günümüzde bile Mecusiliği, şeytan Ehrimen’e secde anlamına gelen Nemaz törenini sürdürüyorlar.
Günümüzde bile hiç bir Fars’ın dili Salat demeye bir türlü varmadığından “Namaz” sözcüğünü “Farsçanın karakteristiği” olarak yuttururlar. Ne var ki, bu maksatlı “Nemaz” sözünü Farsçadan etkilenen Türklere de kabul ettirdiler. İşte bu namaz hocasının üzerinde yazılı NAMAZ yanlışı…
Aslında OSHO düşünce sistemi ile paralellik arz eder.. İşte OSHO düşünce yapısına göre NAMAZ-ABDEST–ORUÇ ve HACC
Namaz; kelimesi mesela…
Türkler coğrafi konum olarak Müslümanlığı, Arap kaynaklarından değil de Farisi (İran) kültürü kanalından almış olmaları sebebiyle, temel ibadetlerimize isim olan kavramlar Farsçadır.
Bu sadece bir dil geçişi değil, aynı zamanda kültürü de beraberinde getirmiştir.
Namaz; Mecusilerin ateşe eğilmesini ifade eden kavram!… Resulullah dilinde aslı SALAT!… Salat; klasik namaz kavramından çok daha kuşatıcı ve zengin anlamlar saklar… Salat kelimesindeki ruhu, Namaz kelimesinde bulamazsınız. Çünkü özümüze ait bir kavram olmadığı gibi, tapınma anlayışının titreşimlerini içinde barındıran bir kavramdır…
Oruç ve Abdest de aynı…
Oruç; Mecusilerin aç kalmak suretiyle yaşadıkları tapınma, abdest ise Mecusi tapınaklarına girişte ellerin yıkanmasıdır!… Oruç; Farsça anlamıyla aç kalma, abdest ise sadece el suyu manalarına gelir… (2)
Bir de konu ile ilgili olarak terör örgütü eli kanlı Öcalan’ın verdiği “derin” bilgilere bakalım…
Öcalan, avukatları ile 1 Haziran 2011’de yaptığı görüşmede daha da ileri giderek Peygamberimize ve Kur’an-ı Kerim’e dil uzattı.
Saçmalıklarına yeni saçmalıklar ekleyerek şunları söylüyor:
“Zerdüştlük şeyle şey ediyorlar. Zerdüştlük filan, Muhammed’in bile Kur’an şeyinde Zerdüştlüğün etkisi büyüktür. Bütün sosyolojik kitaplarda bunlar vardır, ben bunu söyledim.”
Açıklamalarının devamında Müslümanların en kutsal ibadeti olan Namazla alay eden Terörist başı şöyle saldırıyor:
“Halkımıza gidin, bunların o sahte hiçbir şeyi içeriği olmayan sadece bilmem yere çökme şu/bu. Bunlar İslam filan değil. Namaz sonradan uydurulan bir ibadet. “(3)
Ve bir başka namaz yorumu da yeni peydahlanan Sözde HANİF dininin TEVİL-TAHRİF çalışması olan kitabından…
Kur’an’daki, “salât’ın ikamesi” ile ilgili emir ve haber cümlesi niteliğindeki ifadeler genellikle “namazı doğru kılın, namazlarını dosdoğru kılarlar” şeklinde çevirilegelmiştir. Bizim, sözcüklerin anlamları üzerinden yaptığımız tahlil ise bu çevirilerin, ifadenin anlamını yansıtması bakımından yetersiz kaldığını, hatta yanlış olduğunu göstermektedir.
- Zihnî yönü ile eğitim ve öğretimin yapılması için okullar, halk evleri, halk eğitim merkezleri açılması ve bunların ayakta tutulması,
- Mali yönü ile iş alanları açılması, Emekli Sandığı, BAĞ-KUR, SSK gibi sosyal güvenlik sistemlerinin teşkil edilmesi, yoksul ve yetimlerin desteklenerek -bekâr ve dulların evlendirilmesi de dâhil- sorunlarının sırtlanması, dertlerine deva olunması için kurumlar oluşturulması ve bunların yaşatılarak ayakta tutulması demektir.
Ayrıca sıkça dile getirilen vahyin insan olduğu ve şuan bile vahyin devam ettiği gibi Allah (CC) Sünnetullahına atılan iftiraların kaynakları araştırıldığında ortaya gün gibi çıkmaktadır…
Namaz yerine “Sema”yı benimseyen Mevlana, Fihi Mafih’de Hallacı Mansur’un ünlü “Ben Tanrıyım (Enel Hak)” sözünün büyük bir tevazu (alçak gönüllülük) göstergesi olduğunu savunmuş, asıl “kutsal kitap”ın insan olduğunu dile getirmiştir: “A insan, Tanrı kitabı sensin, sen.”(5)
Allah (CC) emrettiği ve ayetler ile sabit olan Âdem (a.s) den Muhammed (a.s) kadar süregelen (Meryem-58-59) ve eda edilen namaz ibadetinin Mecusi geleneği olduğunu söyleyecek kadar basitleşenler bunu yaparken yine inkâr ettikleri “TARİH, RİVAYET, HADİS “ ve diğer kaynakları kullanmaktan geri kalmazlar..
Zamanla diz çökerek, çömelerek, yere kapanarak, rükû ve secde ederek tapınma “namaz” adıyla ilk kez İran’da, Zerdüşt (Mecusi) dininde uygulanmaya başlandı (İÖ VI. Yüzyıl). Müslümanlık ortaya çıkınca bu tapınma şeklini benimsedi ve sıkı bir disipline bağladı. “Namaz” sözcüğünün Arapça değil Farsça kökenli olması bu âdetin eski bir İran dini Zerdüştlük ‘ten geldiğinin en açık göstergesidir. Müslümanlıkta “namaz” tabi ki ateşe tapmak değildir, ancak, Zerdüşt dininde namaz bu anlama gelir.(6)
İbrahim (a.s) üzerinden HANİF kelimesini kullanarak her türlü dini konuyu HANİF kavramı içine koyanlar İbrahim (a.s). ın ne demek istediğini ve ne ile amel ettiğini anlamış, kavramış değillerdir.
Namaz konusunda inkârcılık yapanların İbrahim (a.s) üzerinden FİTNE çıkarmalarına ne güzel cevap vermiştir. İbrahim (a.s) duasında şöyle nida eder…
“Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler için fitne (deneme konusu) kılma; bizi bağışla! Ey Rabbimiz! Yegâne aziz (güçlü ve galip), hakîm (hüküm ve hikmet sahibi) ancak Sensin.” (60/Mümtehine, 5)
“Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah’ın temellerini yükseltiyor, (şöyle diyorlardı:) ‘Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz Sen işitensin, bilensin.” (2/Bakara, 127)
“Ey Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını Senin Beyt-i Harem’inin (Kâbe’nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vadiye yerleştirdim. Artık Sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler.” (14/İbrahim, 37)
Allah (CC) akledenlerden eylesin… Akıl edinenlerden değil….
(2).. http://www.hologramevren.com/yazilarx/md/f47.html
(3).. http://www.dunyagundemi.net/yurt/apo-namaz-sonradan-uydurulan-bir-ibadet-49955.html
(4).. http://www.istekuran.com/index.php?page=salatvenamaz#SalatinNamazlasmasi
(5).. http://www.izedebiyat.com/yazi.asp?id=90467
(6).. http://www.izedebiyat.com/yazi.asp?id=90467
BÖLÜM – 3
“Bu Kitap kendisinde şek ve şüphe bulunmayan bir Kitaptır. Muttakiler için hidayet kaynağı (rehber-kılavuz) ve yol göstericidir.”(2/Bakara, 2)
Yezid bin Muaviye’nin, Hüseyin şehid edildiğinde “Bedir’in öcünü aldım” dediği rivayet edilir.. Aslında bu söz aidiyet duygusunun vicdanın önüne geçtiğinde; ne denli kötü bir şey olduğunun ortaya konulmasında müthiş bir örnek teşkil eder. Asırlar boyu, aidiyet duygusu ile hareket eden insanlık, kimi zaman, milletini, meşrebini, kavmini kimi zaman ise, bağlı bulunduğu, grup, cemaat, cemiyet ve benzeri toplulukların yapmış oldukları yanlış davranış ve haksızlıkları görmezden gelip, adaletten ödün verilmesine sebep olmuşlardır. Bunun doğurmuş olduğu sonuçta ise adavet ortaya çıkmaktadır.
Adaletin olmadığı yerde Adavet hüküm sürer…
İnsanoğlu, ilk yaratılış serüveninden günümüze değin çeşitli sınavlardan geçmiş ve çoğunda başarısız olmuştur. Vicdanın hâkim olmadığı bir yürekte nefis her zaman iktidarda olur. Nefsin iktidar olduğu bünyede ise adaletli bir yaklaşım sergilemek elbette mümkün değildir.
Sırf heva ve hevesi için yanlış ölçüp biçen ve yanlışlıkta ısrar eden iblis… ve bu inadına karşılık kovulmuş olarak şeytan olan hevası…
Şeytanın kötüyü emretmesi, vicdanını yitiren biri için elbette hemen kabul görür ve bunu eyleme dökerek kendini ispat edeceğini zanneder. Kabil, ne kadar da yaptığı işin yanlış olduğunu bilse de yine de o nefsine tabii olma duygusu ile hareketi sonucu zarar edenlerden olur…..
Kendisine verilen tüm nimetlere rağmen, insanoğlu bunun kendisini sadece sınav için verildiğinin farkına varmayacak kadar körleşir. Kazandığı ne kötü kazançtır hâlbuki insan….. Körü körüne ve bir o kadar bilinçsizce nefsinin kendisine fısıldadıklarına İMAN eder. Ve evet sonunda ZİYAN edenlerden olur…
İnsan, bilmediğinin düşmanıdır. Bildiklerinin ve kabullendiklerinin de kölesidir. İnsan, araştırmadan salt bildikleri ile hareket ettiği sürece o bildiklerinin yanlış olduğunun kendisine hatırlatılması ile iyice ona yapışır. Kendi bildikleri ile alakalı olarak okuduğu her materyalden bilgiden, belgeden ve rivayetten etkilenir. Doğruyu sadece kendisinin bildiklerini iddia edenler o doğru sandığı şeyi ilah edinir. Din hususunda tek kaynak KUR’AN’dır. Kur’an-ı kendi doğru bildiği yanlışların üzerine bina eden o tek doğru kaynağı kendi yanlışları ile tahrif eder.
Tarih boyunca hep tartışma konusu olsa dahi Allah (CC) HİCR-9 a istinaden bu kitabın korunmuş olduğunu belirtir. Ancak kalplerinde eğrilik olanlar. Gerek inatlarından dolayı ve gerekse inkâr etmeye meyilli olmaları sebebi ile Ali-İmran-7 belirtildiği gibi kelamı yamultarak nifak tohumu ekmekte bir beis görmezler. Kendilerine neden böyle yaptıkları sorulduğunda Bakara-11 ve 12 de belirtildiği gibi ıslah edici olduklarını söylerler ve Allah (CC) ın cevabı onların suratına tokat gibi iner. Nisa-89. Ayet bu gibilerin ne kadar aşağılık olduğunu ortaya serer.
Günümüzde bu tür düşünce yapısına sahip şeytanın taşeronları beyanı tartışma konusu ederek, inananların akıllarına ipotek koymaya çalışırlar. Sırf tartışmak için beyanı alay konusu edinirler. Bakara-39. Alay konusu edindikleri ayetleri tahrif ederek böbürlenirler ve baş başa kaldıklarında haddi aşmaya devam ederler. Bakara-14.
Sözde SADECE Kur’an diyenlerin bugünlerde konu edindikleri ve güya ilmi çalışma yaptıkları konular onların gerçek niyetlerini ortaya koymaktadır.
Domuz’un haram olmadığını ve domuzun Arap yarımadasında ne aradığını İLMİ!! bir şekilde münazara!! ederler.
Alkolün Allah (CC) tarafından haram edilmediğini sadece yaklaşılmaması gerekilen bir şey olduğunu söylerler.
İçki ayetinde geçen “aklı örter” ibaresini BAKARA-14 de belirtildiği gibi alay konusu edinerek tahrif eder ve “Maide-90-91 ayetlerini “başörtüsü de aklı örtüyor o zaman şeytanın pisliğidir diyecek kadar aşağılar aşağısı olmaya devam ederler.
Başlattıkları tartışmalarda MUAVİYE zamanında Kur’an eksiltilmiş, ekleme yapılmış tahrif edilmiş diye iddialı bir iddia da bulunarak HİCR-9 a açıkça muhalif olurlar.
Allahu Ekber değildir diyecek kadar Allah’a başkaldırılar.
Muhammed nebi nübüvvet gelmeden önce müşrikti, müşrikten daha beterdi diyecek kadar aşağılık olurlar.
Namazı inkâr eder hatta namaz kılanların müşrik olduğunu söylerler.
Oruç, Hacc, zekât gibi kulluk vazifelerini Zariyat-56 yı bile bile inkâr ederler.
Kur’an okuyanları alaya alır ve ayetlerden şakı besteleyeceklerini söylerler.
Muhammed nebinin annesinin Yahudi, güzide eşi Hatice annemize Yahudi Muhammed nebinin akıl hocası olarak “onun akıl hocası Yahudi Varakadır” diyenler ile saygı çerçevesinde sohbet edecek kadar çiğdirler.
Kıldığım namazlardan dolayı Allah’ım beni affet diyecek kadar bedbahttırlar…
Peygamber nasıl vahiy alıyordu? Cebrail rüyasına mı geliyordu o zaman masal bu? diyecek kadar inkârcıdırlar.
Sadece Kur’an demelerine rağmen Kur’an’dan bihaberdirler. Kendilerine “müşrikler aynen hayvanların yedikleri gibi yerler“ ayeti bu hadis hakkında ne düşünüyorsun diye sorulduğunda “bu sapıklıktır böyle saçma hadis olur mu?
Bakın işte hadis dediğiniz saçma şeyler ne kadar sapıkça” diyecek kadar KUR’AN’DAN HABERSİZDİRLER…
Hülasa……..
Daha birçok konuda sapıklık üzerine olan bu nasipsizlerin kim olduğunu biliyor musunuz?
Bunlar Allah’ın ayetlerini okuyan SADECE KUR’AN DİYEN ve Allah’a karşı Allah’ın ayetleri ile savaş açan sözde GERÇEĞİN PEŞİNE DÜŞEN diye kendilerini isimlendiren SAPIKLARDIR…
Adaleti nefsinde sağlayamayanlar, sapıklık içinde adavet doğuracak kelam ederler. Yaptıklarının doğru olduğunu zannetmeleri ancak ve ancak şeytana verdikleri sözleri yerine getirmeleri içindir. Vicdanı zerre miskal olan birinin ve hele hele inandım diyerek Allah’ı aldatmaya çalışanların bu halleri samimiyetsizliğin göstergesi olarak önümüzdedir.
Evet, başta dediğimiz gibi Yezid bin Muaviye Hüseyin şehid edildiğinde şöyle dedi: ”Bedir’in öcünü aldım” evet Yezid aidiyet duygusu ile kâfir dedesinin öcünü aldığını ifade etti..
Ya bugün kendilerini HANİF diye adlandıranlar yaptıkları tahrifat ile KİMİN ÖCÜNÜ ALIYORLAR HEM DE ALLAH’A KARŞI ALLAH’IN AYETLERİNİ KULLANARAK…