‘Yavuz Kaya’ Kategorisi için Arşiv

BÖLÜM – 1

 

Haricîler “Allah’ın vahyettiği ile hükmetmeyenler kâfirdirler” (el-Mâide, 5/47) ayetini “Lâ hukme illâ lillâh” (Allah’tan başka kimse hükmedici değildir) şeklinde formüle ediyorlardı. Akidelerini de masum müminleri kılıçlarıyla katlederek tatbike geçtiler ve öldürülünceye kadar öldürmeye doymadılar

“Günümüz Haricileri” ……”Hanifler”……

Mezhepler tarihçileri, Haricîlerin ortaya çıkısını ünlü hakem olayına bağlamakla birlikte başka nedenlerin varlığından ve etkisinden de söz etmektedirler. Bunların en önemlileri şöyle özetlenebilir:

  1. Haricîlik hareketi, kurra diye bilinen son derece dindar ve bilgili bir kesimin öncülük ettiği bir düşünceyi temsil etmektedir. Bu kesim siyasi çalkantılardan ve toplumsal dengesizlikten rahatsız olmakta, İslam’ın ilk yıllarındaki ideal toplumun özlemini duymaktadırlar. Haricîlik hareketi, bu idealist grubun özlemlerini gerçekleştirme girişimidir.
  2. Haricîliğin ortaya çıkmasındaki önemli bir neden, merkezi yönetime karşı süregelen geleneksel direniş psikolojisidir. Buna, cahiliye döneminin zihin yapısını karakterize eden bireysel bağımsızlık eğiliminin de önemli bir etkisi olduğu eklenebilir.
  3. Haricîlik hareketinde, çeşitli Arap kabileleri arasında eskiden beri süregelen kavmiyet psikolojisi ile babadan oğula geçen savaş ruhu da önemli ölçüde kendisini göstermektedir.
  4. Haricîlerin ortaya çıkmalarına yol açan nedenlerden biri de, bu kişilerin aşırı Şii fırkalardan olan Sebeiyye ile olan bağlantılarıdır. Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle sonuçlanan isyan hareketleri Sebeiyye tarafından başlatılmış ve yürütülmüştü. Haricîler ve önderleri de bu hareketler içinde yer almışlardı.

Haricîler, Hz. Osman’ın şehit edilmesi sorumluluğuna katılıyorlar, hatta bununla övünüyorlardı. Haremlerin bir anlaşma sağlamaları durumunda hiç şüphesiz bundan en çok zarar görecekler Haricîler olacaklardı. Bu nedenle Hz. Ali’yi terk ederek bu yoldaki muhtemel bir gelişmenin etkilerinden kendilerini kurtarmak istemişlerdi.

Hanifliğin ortaya çıkması…. Günümüz Haricileri….

  1. Haniflik diye tabir edilen akım veya mezhep “SADECE Kur’an” sloganı ile ortaya çıkıp, Allah (CC) noktadan adım atmışlardı. Allah (CC) Beyanında belirttiği tüm hükümlerin sadece ve sadece kendi üzerlerinde bir hayat nizamı kurmakla iman edileceği gerçeğini telaffuz ediyorlardı.
  2. Hanifliğin ortaya çıkışındaki bence en büyük etken, günümüz Müslümanlarının!! içi boşaltılmış olan kulluk vazifelerini yaparak Allah (CC) rızasını kazanacaklarına olan tepkidir. Aslında iman ettim diyen her bireyin bu tarz içi boş amellerin DİNİ rayından çıkararak nefisleri rahatlamak olduğu görmesi gerekir. Ve Hanif olarak kendilerini adlandıranlar bunu yapmak için yol haritası çizdiler… Ama…….*****3. Bir diğer önemli neden ise tarih boyunca “Allah (CC), Kur’an ve Peygamberini” adeta ayakçı olarak kullanan din bezirgânlarına olan tepkidir.****** ….evet Ama….. Ama Hanif mezhebi bunlar ile mücadele edip dini gerçekten yaşayacaklarına ve de hali ile tebliğ edeceklerine, öncelikle Kur’an ayetlerini kendi akıllarına göre tevil etmeye başladılar. Önceleri Namaz, Oruç gibi kulluk vazifeleri hakkında içi boş derken daha sonraları bu kulluk vazifelerini yapanları alay konusu edindiler, hatta daha ileri gidip “müşrik” olmakla suçlamaya başladılar. Daha sonraları, iblis, şeytan, cin, melek, Cibril, kıble ve birçok konuda kavram kargaşası oluşturarak o meşhur “Tevil” ve “Tahrif” girişimlerine başladılar ve o meşhur kelime başı kelam peydahlandı—Aslında………. diye başlayıp…… Allah (CC) burada bunu demiştir. …..hükümleri.. Kelamın sonuna Allah bilendir. Yanlışlık bizimdir demek sureti ile masumane bir katil edası ile Allah (CC) adına Allah’ın dinini katletmeye başladılar… Evet, kimdi bu Hanifler… Allah bizden Müslüman olarak ölmemizi isterken HANİF kavramı üzerinden neden din peydahlamak istediler. Hem de Allah (CC) kitabını kullanarak…..

Öncelikle Allah (CC) Âdem (a.s)… Muhammed (a.s). arası insanların ne üzerine olmasını ve ile kendilerini tanımlıyor;

Şüphesiz Allah (CC) katında din İslam’dır. İslam dinine mensup olan inanmış kişilerde Müslümandır. Ve Rahman bizlerin adını Müslüman olarak koymuş çeşitli ayetlerde de bunu ısrarla belirtmiştir.

(Ali-İmran-67) İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan’dı; fakat o, Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslümandı, müşriklerden de değildi.

(Al-i İmran 19] (Elbette Allah katında [hak] din, İslam’dır. Kendilerine kitap verilenler [Hıristiyan ve Yahudiler] gerçeği bildikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden, [İslamiyet hakkında] ihtilafa düştüler. Allah, ayetlerini inkâr edenin cezasını vermekte çok çabuk hesap görücüdür.)

[Al-i İmran 85] Kim, İslamiyet’ten başka bir din ararsa, iyi bilsin ki, o din asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette en büyük zarara uğrayacaktır.)

(Al-i İmran 20] (Eğer seninle tartışmaya girişirlerse, “Ben bana uyanlarla birlikte kendimi Allah’a verdim” de. Kendilerine Kitap verilenlere ve müşriklere, “Siz İslam’ı kabul ettiniz mi?” de, şayet İslam’ı kabul ederlerse, doğru yola girmiş olurlar, yüz çevirirlerse, sana yalnız tebliğ etmek düşer. Allah kullarını [hakkıyla] görür.)

[Bakara 132) (İbrahim de bu dini kendi oğullarına vasiyet ettiği gibi Yakub da, ”Oğullarım, Allah [razı olduğu] dini [İslam’ı] sizin için seçti. O halde [ölüm gelmeden önce Müslüman olun ve] ancak Müslüman olarak ölün” dedi)

[Al-i İmran 52] (İsa, küfürlerini sezince, “Allah yolunda bana kim yardımcı olacak” dedi. [imanlı] Havariler, “Biz, Allah yolunda yardımcıyız; Allah’a inandık, sen şahit ol, biz Müslümanız” dediler.)

[Bakara 128] ([İbrahim ve İsmail dedi ki:] Rabbimiz, ikimizi Müslüman kıl, hem de soyumuzdan Müslüman bir ümmet meydana getir.)

[Al-i İmran 80] (O, meleklerle peygamberleri ilah edinmenizi de size emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra, size küfrü emreder mi?)

[Al-i İmran 102] (Ey inananlar, ancak Müslüman olarak ölün.)

[Yusuf 101] ([Yusuf aleyhisselam dedi ki:] Canımı Müslüman olarak al.)

[Araf 126] (Ey Rabbimiz, Müslüman olarak canımızı al.)

[Maide 3] (Bugün size dininizi kemale erdirdim, size olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı beğendim.)

[Enam 163] (Ben Müslümanların ilkiyim.)

[Yunus 90] [Firavun] “İsrail oğullarının inandığı ilaha ve ondan başka ilah olmadığına iman ettim. Ben de Müslümanım” dedi.)

[Enbiya 108][Hicr 2] [Nahl 81] [Neml 91][Kasas 52,53] [Ahzab 35] [Fussilet 33] [Zuhruf 69,70].

[Maide 111] [Yunus 84] [Nahl 89] [Hac 78] [Neml 31][Neml 42] [Neml 81][Ahkaf 15][Kalem 35]

Peki, Allah (CC) bu kadar Müslümanlık ile ilgili ayet beyan ederken NEDİR BU HANİF KAVRAMI?

Biraz inceleyelim….

Hanif?

Meyletmek anlamındaki “h-n-f” kökünden türeyen hanîf kelimesi sözlükte; dalâletten istikâmete meyleden kimseye; din ıstılahında ise Hz İbrahim (as)’ın tebliğ ettiği hak din üzere olan ve Allah’ın birliğini kabul eden müminlere denir Çoğulu hunefâdır Hz Muhammed (as)’in Peygamber olarak gönderildiği Hicaz bölgesinde, Yahudi, Hristiyan ve müşriklerin dışında az da olsa hanîfler vardı Bunlar, putlara tapmıyorlar, Allah’ın birliğine inanıyorlardı…..

Kur’an’da “hanîf” kelimesi ikisi çoğul şekli olmak üzere 12 ayette geçmiştir

Kur’an’da İbrahim (as)’ın dininin hanîf (Bakara, 2/135; Âl-i İmrân, 3/95), kendisinin de Müslüman bir hanîf (Bakara, 2/135; Nahl, 16/120) olduğu bildirilmiş, İbrahim’in dinine uyanlar ve “hanîf” vasfını kazananlar övülmüştür (Nisâ, 4/125; En’âm, 6/101) Hz. Muhammed (as)’in tebliğ ettiği hak din İslâm da, İbrahim (as)’ın tebliğ ettiği hanîf din de tevhîd esasına dayalı dosdoğru yol, dosdoğru dindir “(Ey Resulüm!) De ki; Rabbim beni sırat-ı müstakime (dosdoğru yola=İslam’a) dosdoğru dine, Allah’ı birleyen İbrahim’in dinine iletti” ayeti bu gerçeği ifade etmektedir (En’âm, 6/161) Hanîf esasına dayalı din, fıtrat dinidir Allah, bütün insanları bu din üzerine yaratmıştır: “Sen yüzünü/özünü Allah’ı birleyici (hanîf) olarak dine, Allah’ın dinine çevir ki Allah insanları bu din üzere yaratmıştır Allah’ın yaratması değiştirilemez İşte doğru din budur Fakat insanların çoğu bunu bilmez” (Rûm, 30/30) Kur’an’da Allah’a ortak koşmadan hâlis olarak Allah’ı birleyenler (hunefâ) olunması (Hac, 22/31), hanîf olarak, hak dine yönelinmesi (Yûnus, 10/105) ve ibadet edilmesi (Beyyine, 98/4) emredilmiştir

Peki, Allah (CC) Allah katında halis din İSLAM derken ve de ancak Müslüman olarak ölünüz derken neden birileri HANİF kavramı üzerinden din peydahlama gayretindeler.

O zaman başka bir kaç kavramı daha inceleyelim;

İhlâs

İhlâs kelimesi, sözlükte “arınmak, saflaşmak, kurtulmak” manasındaki hulûs/halâs kökünden türetilmiş olup “bir şeyi, içine karışmış ve değerini düşürmüş olan başka şeylerden temizleyip arındırmak, saflaştırmak” anlamına gelir. Allah’ın dışındakilerden teberrî/uzaklaşma, ayrılık ve kurtuluş anlamı da vardır. İhlâs kelimesi, terim olarak “ibadet ve iyilikleri riyadan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak” demektir.

(Yusuf, 24) İşte Biz ondan (Yusuf’tan) fenalığı ve fuhşu gidermek için (böyle yaptık, delilleri gösterdik). Çünkü o, Bizim ihlaslı kullarımızdandı.””

(Bakara, 139) “Bizim yaptıklarımızın mükâfatı bize; sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O’na muhlis kullarız, ihlâsla (gönülden) bağlananlarız.”

“Yeryüzünde insanlara (fenalıkları) süsleyeceğim, elbette onların hepsini azdıracağım. Ancak içlerinde ihlâsa sahip müminler bunun dışındadır.” (15/Hicr, 40; 38/Sâd, 83)

“Allah’ın ihlâs sahibi kulları müstesna” (37/Sâffât, 40, 74, 128, 160).

Ahlâk önderleri peygamberler, varlıkları ihlâsla yoğrulmuş şahsiyetlerdir. Hz. Mûsâ, Hz. Yusuf, Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Yakub ve Hz. Peygamber (s.(a.s).)’in özellikleri anlatılırken Kur’an onları ihlaslı kullar olarak nitelemiştir (19/Meryem, 51; 12/Yusuf, 24; 38/Sâd, 45, 46; 39/Zümer, 11). Çünkü peygamberler dâvet ve tebliğlerinde daima, Hakk’ın rızasından başka bir maksat gütmeyerek ihlâslarını ortaya koymuşlardır.

İman ve ibadette ihlâs sadece tavsiye değil; aynı zamanda bir emirdir. “De ki: ‘Bana dini Allah’a hâlis kılarak O’na kulluk etmem emrolundu.” (39/Zümer, 11) “De ki: ‘Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkarım. De ki: ‘Ben dinimde ihlâs ile ancak Allah’a ibadet ederim.” (39/Zümer, 12-14) “Kim Rabbine kavuşmayı isterse sâlih amel işlesin ve Rabbine ibadetinde (muhlis olsun) hiçbir şeyi şirk/ortak koşmasın.” (18/Kehf, 110).

A’râf, 29; 10/Yûnus, 22; 31/Lokman, 32; 4/Nisâ, 46; 39/Zümer, 2, 11, 14; 40/Mümin 14, 65

İhsan

İhsan kelimesi, ‘hasene’ kelimesinden türemiştir. Bütün güzellikleri ve rağbet edilen şeyleri ifade eder. İhsan; iyilik etme, güzel davranma, ikram etme, lütuf, bağış, güzellik, uygunluk, güzel olan şeyi en güzel şekilde yapmak demektir. İhsan, başkasına nimet sunmak, iş ve fiillerinde güzel davranmak veya gerekenden fazla verip, gereğinden azını almaktır.

“Bir zamanlar Biz (Tih’den çıktıkları vakit Benî İsrail’e), ‘Bu karyeye (şehre, kasabaya) girin, dilediğiniz yerde ondan dilediğinizi bol bol yiyin, kapısından eğilerek girin, (girerken) ‘Hıtta! (Ya Rabbi bizi affet!)’ deyin ki sizin hatalarınızı bağışlayalım; zira Biz, Muhsinlere (iyilik yapanlara) ziyade vereceğiz (mükâfatı arttıracağız)’ dedik.” (2/Bakara, 58; benzeri ayet için bkz. 7/A’râf, 161)

(2/Bakara, 195) “Allah yolunda infak edin/harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. İhsan edin (her türlü hareket ve davranışınızı güzel ve dürüst yapın); Allah muhsinleri (güzel iş yapanları) sever.”

(3/Âl-i İmrân, 134) “O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için infak ederler (harcarlar); öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da ihsan sahiplerini (güzel davranışta bulunanları) sever.”

(4/Nisâ, 36) “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara ihsan edin/iyi davranın. Allah kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez.”

(6/En’âm, 151) “De ki: ‘Geliniz, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayın. Ana babaya ihsan/iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin; sizin de onların da rızkını Biz veririz. Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve haksız yere Allah’ın yasakladığı cana kıymayın! İşte şu size anlatılanları Allah vasiyet etti. Umulur ki düşünüp anlarsınız.”

(9/Tevbe, 100) “Öne geçen ilk muhacirler ve ensâr ile onlara ihsanla/güzellikle tâbi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.”

(10/Yûnus, 26) “İhsan edenlere/güzel amel işleyenlere daha güzel mükâfat (cennet), bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır, ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedî kalacaklardır.”

(11/Hûd, 115) “Sabırlı ol, çünkü Allah, ihsan sahibi muhsinlerin (güzel iş yapanların) mükâfatını zayi etmez.”

(16/Nahl, 90) “Muhakkak ki Allah, adâleti, ihsanı/iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”

(17/İsrâ, 7) (17/İsrâ, 23) (18/Kehf, 30-31) (28/77)(46/Ahkaf, 15)

Şimdi HANİF kavramı alınarak yeni bir din peydahlamaya çalışanlara şu soruyu sormak gerekir. Madem Kur’an’dan seçtiğiniz bir Müslüman sıfatını yeni bir dinmiş gibi sunup Allah (CC) emrettiği tüm emir ve yasaklar hakkında tartışmalar açıp O’nun emir ve yasaklarını derdest edeceksiniz alın size, iki kavram daha “ihsan ve ihlas” ve bunlara veli, itaat, ilim sahipleri,… gibi kavramlarda eklenebilir ki; bunların hepsi Allah (CC) Müslümanların olmazsa olmaz özellikleri olarak sıraladığı sıfatlardır. Aynen HANİF kavramı gibi. Bu günlere de kavram üzerinden bilmece çözdürmeye niyetli olanlar maalesef kavram kargaşası oluşturarak “BEYANI” anlaşılmaz gibi göstermektedirler. Aslında kendi içlerinde çelişkiye düşmektedirler. Allah (CC) kitabı apaçıktır, demelerine rağmen “Aslında” diye başlayıp “…….. Konuda Allah (CC) şunu demek istemiştir ” diyerek Allah (CC) adına hüküm vermektedirler. Oysa Allah (CC) birçok ayette, Kitabın apaçık olduğunu belirtmektedir *(bu konu ileride işlenecektir)****İlgili ayetlerde Rahman derki;

ZUHRUF SURESİ 2. AYET: Apaçık Kitaba andolsun ki

YUSUF SURESİ 1. AYET: Elif. Lâm. Râ. Bunlar, apaçık Kitabın ayetleridir.

BAKARA SURESİ 99. AYET: Andolsun, sana apaçık ayetler indirdik, onları yoldan çıkmışlardan başkası inkâr etmez.

YUNUS SURESİ 15. AYET: Onlara ayetlerimiz açık açık okunduğu zaman (öldükten sonra) bize kavuşmayı beklemeyenler: Ya bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir! dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.

HİCR SURESİ 1. AYET: Elif. Lâm. Râ. Bunlar Kitabın ve apaçık bir Kur’an’ın ayetleridir.

MERYEM SURESİ 73. AYET: Onlara açık açık ayetlerimiz okunduğu zaman, inkâr edenler, inananlar için “İki topluluktan hangisinin makamı daha hayırlı, meclisi (mevkii) daha güzeldir?” derler.

HAC SURESİ 16. AYET: İşte biz onu (Kur’an’ı) apaçık ayetler olarak indirdik; şüphesiz Allah, dilediğini hidayete yöneltir.

HAC SURESİ 72. AYET: Kendilerine apaçık ayetlerimiz okunduğu zaman kâfirlerin yüzlerinde hoşnutsuzluk belirdiğini anlarsın. Neredeyse kendilerine ayetlerimizi okuyanların üzerine saldıracaklar. De ki: “Size bundan (bu öfkeli durumunuzdan) daha kötü bir şey haber vereyim mi? Varacağınız ateş! Allah onu kâfirlere vadetmiştir. Ne kötü sonuçtur (o)!

NUR SURESİ 1. AYET: Bu indirdiğimiz ve uygulanmasını farz kıldığımız bir suredir. Düşünüp öğüt almanız için onda açık açık ayetler indirdik.

NEML SURESİ 1. AYET: Ta, sin. Bunlar Kur’an’ın ve apaçık olan kitabın ayetleridir.

KASAS SURESİ 2. AYET: Bunlar, apaçık Kitabın ayetleridir.

ANKEBUT SURESİ 49. AYET: Hayır, o, kendilerine ilim verilenlerin göğüslerinde apaçık olan ayetlerdir. Zulmedenlerden başkası, bizim ayetlerimizi inkâr etmez.

YASİN SURESİ 69. AYET: Biz ona (Peygamber’e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah’tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır.

DUHAN SURESİ 2. AYET: Apaçık olan Kitaba andolsun ki

AHKAF SURESİ 7. AYET: Ayetlerimiz onlara açıkça okunduğu zaman hakikat kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler: “Bu, apaçık bir büyüdür” dediler.

HADİD SURESİ 9. AYET: Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.

MÜCADELE SURESİ 5. AYET: Allah’a ve Resulüne karşı gelenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Biz apaçık ayetler indirmişizdir. Kâfirler için küçük düşürücü bir azap vardır.

TALAK SURESİ 11. AYET: İman edip sâlih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah’ın apaçık ayetlerini okuyan bir Peygamber göndermiştir. Kim Allah’a inanır ve faydalı iş yaparsa Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. Allah o kimse için gerçekten güzel bir rızık vermiştir.

Allah (CC) bu kadar açık ayetler ile “Beyanın” aşikâr olduğunu belirtmişken neden “VAHİY” kavram kargaşası oluşturularak “ANLAŞILMAZ” bir hale sokulmaktadır. Beyanda bahsi geçen her bir konu için “Aslında ….” diye başlayıp “….Allah burada bunu murad etmiştir” diyecek kadar Allah (CC) adına konuşanlar “KENDİ ELLERİ İLE YAZDIKLARI TEVİLLERİ BU ALLAH KATINDANDIR” demekten ar etmemektedirler… Revaçta olan Namaz, Oruç… gibi konularda mangalda kül bırakmayıp ilimleri ile!!! O külleri bertaraf edenler iş kendilerine geldiğinde inat ve inkârlarında sabit kalmaktan beri durmamaktadırlar. Namaz konusunda; “Namaz kelimesi nerede geçiyor Kur’an’da” diyerek, “Namaz farsça bir kelime sizin uydurmanız” diyerek ne kanıtlamaya çalışıyorlar. Hâlbuki o farsça dedikleri NAMAZ kelimesini iteleyip, kakalayıp derdest edeneler, yine birbirlerini onore etmek için “HÜDAYA EMANETSİNİZ”, “HÜDA İLMİNİZ ARTTIRSIN” diyerek kendi kendilerini gülünç duruma düşürdüklerinin farkına varamıyorlar. Yapılan münazaralarda kullandıkları “PEYGAMBER” kelimesinin Türkçe olduğunun farkında değiller mi? O zaman ortaya çıkıp şunu haykırmaları gerekmiyor mu? HÜDAYI İNKÂR EDİYORUM HÜDA MECUSİLERİN İLAHIDIR….. PEYGAMBERİ İNKÂR EDİYORUM PEYGAMBER TÜRKLERİN YOL GÖSTERİCİSİDİR…. Bakın kaynaklar Peygamber kelimesi hakkında ne diyor…

Peygamber bir dinde Tanrı’nın mesajlarını ve buyruklarını insanlara ileten elçi. Peygamber sözcüğü Türkçeye Farsçadan gelmiştir. O. Kökeni olan peyam, haber anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Peygamber, “Haber Getiren” gibi bir anlam taşımaktadır. Tanrı inancına sahip ve dine inanan insanlar, Peygamberlerin Yaratıcı olan Allah’tan bir mesajla, haberle geldiğine inanırlar. Benzer bir anlama gelen Arapçadaki “Nebi” (نبي) sözcüğü, yine haber demek olan “nebe” kökeninden türemiş bir sözcüktür. Bu bağlamda konu başlıkları halinde “TEVİL” ve “TAHRİF” edilen Ayetler tek tek işlenecektir. Allah (CC) en iyisini bilendir…

 

BÖLÜM – 2

 

Rahman ve Rahim olan Allah (CC) ın adı ile….

“Selâmun âlâ İbrahim: ‘İbrahim’e selâm olsun!” (37/Sâffât, 109)

“Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı ikame edenlerden (dosdoğru kılanlardan) eyle; ey Rabbimiz! Duamı kabul et!” (14/İbrahim, 40)

“İbrahim’de, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır.” (60/Mümtehine, 4)

 Bir anlayabilseler…..

Kur’an’da bulunan ve Allah (CC) ın Müslümanların bir sıfatı olan HANİF kavramı üzerinden yeni bir din peydahlamaya çalışanlara………

Allah (CC) Hanif (dalâletten istikâmete meyleden) özelliğini sadece İbrahim (a.s) has bir özellik olarak kılmamıştır. Muhammed (a.s) ne kadar İbrahim (a.s) milletine tabii ise..

“Ben hanîf (Allah’ı bir bilen ve O’na yönelmiş) olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim. Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: ‘Beni doğru yola hidayet etmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O’na şirk/ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Rabbimin dilediği dışında hiçbir şey olmaz. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ ibret almıyor musunuz? Siz, Allah’ın size, haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O’na şirk/ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım?! Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki gruptan (Allah’ı tek ilâh kabul edenlerle O’na ortak koşanlardan) hangisi (Allah’ın azabından) emniyette/güvende olmaya daha lâyıktır?” (6/En’âm, 79-81)

İbrahim (a.s) da kendinden önceki Nebilerin milletine tabii olarak Kur’an’da işaret edilmiştir.

 Ve muhakkak ki, onun dininden olanlardan (önemli biri de) İbrahim (as)’dır. (Saffat-83)

Ancak, kendilerinin HANİF olduğunu iddia eden günümüzdeki devşirme fikirliler, ne yazık ki; bunu kavrayamamış. İbrahim (a.s). üzerinden yeni bir din peydahlamaya girişmişlerdir.

Allah (CC) ın emrettiği kulluk vazifelerini alay konusu edenler. Kendilerinin SALAT ettiklerini ifade etseler dahi. Yaptıkları SALAT’ın ne tarifini ve nede şeklini bir türlü ortaya koyamamışlardır. Allah (CC) Yüce beyanın şöyle der…

“Rabbiniz (şöyle) buyurdu: ‘Bana dua edin, size icabet edeyim.” (40/Mümin, 60)

“De ki: ‘Duanız (yalvarmanız) olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?” (25/Furkan, 77)

“Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilin ki, O haddi aşanları sevmez.” (7/A’râf, 55)

SALAT kavramı ile birlikte birçok kavramı kendi akıl ve hevalarına göre ”TEVİL-TAHRİF” edenler, her ne hikmetse, sıkıştıkları zaman Allah (CC) “beyanı” üzerinden deliller sunmaktan da geri kalmamışlardır. Ancak getirdikleri delilleri de yine aynı yöntem yani ”TEVİL-TAHRİF” ile getirmektedirler.

 “Allah’a yöneldiğiniz halde, O’na karşı gelmekten sakınınız, namaz kılınız, fırka fırka olup dinlerinde ayrılığa düşen, her fırkasının da kendisinde bulunanla sevindiği müşriklerden olmayınız” (er-Rûm 30/31-32).

Müslüman’ın olmazsa olmazı olan NAMAZ’ın Allah (CC) emri olmadığını ve hatta Mecusiler tarafından ilahları için uydurulan bir tapınma olduğunu kendi elleri ile yazdıkları tevil ve tahriflerle dolu sözde tebyinlerinde sık sık dile getirirler…

Arap fatihler İran’a geldiğinde Mecusi dindarları kırsal bölgelere sözde göçebeymiş gibi kaçarak yerleşik olmayan bir düzende gizlice ateşe tapınma ayinlerini sürdürdüler. Bugün bile bu sözde göçebelere Nomad ya da Nemaz (Son harf, d ile z arası okunur) denmektedir. “Ateşe tapar” Mecusilerin tapınak tandırında ve sunak içinde yanan ve hiç söndürülmeyen kutsal ateşlerine secde etmelerine hâlen 2000 yılında bile “Nemaz” denmektedir. Zira Mecusilerin bir kısmı da doğrudan İran’ı terk ederek (Bombay ağırlıklı) Hindistan’a yerleşip, günümüzde bile Mecusiliği, şeytan Ehrimen’e secde anlamına gelen Nemaz törenini sürdürüyorlar.

Günümüzde bile hiç bir Fars’ın dili Salat demeye bir türlü varmadığından “Namaz” sözcüğünü “Farsçanın karakteristiği” olarak yuttururlar. Ne var ki, bu maksatlı “Nemaz” sözünü Farsçadan etkilenen Türklere de kabul ettirdiler. İşte bu namaz hocasının üzerinde yazılı NAMAZ yanlışı…

Aslında OSHO düşünce sistemi ile paralellik arz eder.. İşte OSHO düşünce yapısına göre NAMAZ-ABDEST–ORUÇ ve HACC

Namaz; kelimesi mesela…

Türkler coğrafi konum olarak Müslümanlığı, Arap kaynaklarından değil de Farisi (İran) kültürü kanalından almış olmaları sebebiyle, temel ibadetlerimize isim olan kavramlar Farsçadır.

Bu sadece bir dil geçişi değil, aynı zamanda kültürü de beraberinde getirmiştir.

Namaz; Mecusilerin ateşe eğilmesini ifade eden kavram!… Resulullah dilinde aslı SALAT!… Salat; klasik namaz kavramından çok daha kuşatıcı ve zengin anlamlar saklar… Salat kelimesindeki ruhu, Namaz kelimesinde bulamazsınız. Çünkü özümüze ait bir kavram olmadığı gibi, tapınma anlayışının titreşimlerini içinde barındıran bir kavramdır…

Oruç ve Abdest de aynı…

Oruç; Mecusilerin aç kalmak suretiyle yaşadıkları tapınma, abdest ise Mecusi tapınaklarına girişte ellerin yıkanmasıdır!… Oruç; Farsça anlamıyla aç kalma, abdest ise sadece el suyu manalarına gelir… (2)

Bir de konu ile ilgili olarak terör örgütü eli kanlı Öcalan’ın verdiği “derin” bilgilere bakalım…

Öcalan, avukatları ile 1 Haziran 2011’de yaptığı görüşmede daha da ileri giderek Peygamberimize ve Kur’an-ı Kerim’e dil uzattı.

Saçmalıklarına yeni saçmalıklar ekleyerek şunları söylüyor:

“Zerdüştlük şeyle şey ediyorlar. Zerdüştlük filan, Muhammed’in bile Kur’an şeyinde Zerdüştlüğün etkisi büyüktür. Bütün sosyolojik kitaplarda bunlar vardır, ben bunu söyledim.”

Açıklamalarının devamında Müslümanların en kutsal ibadeti olan Namazla alay eden Terörist başı şöyle saldırıyor:

“Halkımıza gidin, bunların o sahte hiçbir şeyi içeriği olmayan sadece bilmem yere çökme şu/bu. Bunlar İslam filan değil. Namaz sonradan uydurulan bir ibadet. “(3)

Ve bir başka namaz yorumu da yeni peydahlanan Sözde HANİF dininin TEVİL-TAHRİF çalışması olan kitabından…

Kur’an’daki, “salât’ın ikamesi” ile ilgili emir ve haber cümlesi niteliğindeki ifadeler genellikle “namazı doğru kılın, namazlarını dosdoğru kılarlar” şeklinde çevirilegelmiştir. Bizim, sözcüklerin anlamları üzerinden yaptığımız tahlil ise bu çevirilerin, ifadenin anlamını yansıtması bakımından yetersiz kaldığını, hatta yanlış olduğunu göstermektedir.

  • Zihnî yönü ile eğitim ve öğretimin yapılması için okullar, halk evleri, halk eğitim merkezleri açılması ve bunların ayakta tutulması,
  • Mali yönü ile iş alanları açılması, Emekli Sandığı, BAĞ-KUR, SSK gibi sosyal güvenlik sistemlerinin teşkil edilmesi, yoksul ve yetimlerin desteklenerek -bekâr ve dulların evlendirilmesi de dâhil- sorunlarının sırtlanması, dertlerine deva olunması için kurumlar oluşturulması ve bunların yaşatılarak ayakta tutulması demektir.

Ayrıca sıkça dile getirilen vahyin insan olduğu ve şuan bile vahyin devam ettiği gibi Allah (CC) Sünnetullahına atılan iftiraların kaynakları araştırıldığında ortaya gün gibi çıkmaktadır…

Namaz yerine “Sema”yı benimseyen Mevlana, Fihi Mafih’de Hallacı Mansur’un ünlü “Ben Tanrıyım (Enel Hak)” sözünün büyük bir tevazu (alçak gönüllülük) göstergesi olduğunu savunmuş, asıl “kutsal kitap”ın insan olduğunu dile getirmiştir: “A insan, Tanrı kitabı sensin, sen.”(5)

Allah (CC) emrettiği ve ayetler ile sabit olan Âdem (a.s) den Muhammed (a.s) kadar süregelen (Meryem-58-59) ve eda edilen namaz ibadetinin Mecusi geleneği olduğunu söyleyecek kadar basitleşenler bunu yaparken yine inkâr ettikleri “TARİH, RİVAYET, HADİS “ ve diğer kaynakları kullanmaktan geri kalmazlar..

Zamanla diz çökerek, çömelerek, yere kapanarak, rükû ve secde ederek tapınma “namaz” adıyla ilk kez İran’da, Zerdüşt (Mecusi) dininde uygulanmaya başlandı (İÖ VI. Yüzyıl). Müslümanlık ortaya çıkınca bu tapınma şeklini benimsedi ve sıkı bir disipline bağladı. “Namaz” sözcüğünün Arapça değil Farsça kökenli olması bu âdetin eski bir İran dini Zerdüştlük ‘ten geldiğinin en açık göstergesidir. Müslümanlıkta “namaz” tabi ki ateşe tapmak değildir, ancak, Zerdüşt dininde namaz bu anlama gelir.(6)

İbrahim (a.s) üzerinden HANİF kelimesini kullanarak her türlü dini konuyu HANİF kavramı içine koyanlar İbrahim (a.s). ın ne demek istediğini ve ne ile amel ettiğini anlamış, kavramış değillerdir.

Namaz konusunda inkârcılık yapanların İbrahim (a.s) üzerinden FİTNE çıkarmalarına ne güzel cevap vermiştir. İbrahim (a.s) duasında şöyle nida eder…

“Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler için fitne (deneme konusu) kılma; bizi bağışla! Ey Rabbimiz! Yegâne aziz (güçlü ve galip), hakîm (hüküm ve hikmet sahibi) ancak Sensin.” (60/Mümtehine, 5)

“Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah’ın temellerini yükseltiyor, (şöyle diyorlardı:) ‘Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz Sen işitensin, bilensin.” (2/Bakara, 127)

“Ey Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını Senin Beyt-i Harem’inin (Kâbe’nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vadiye yerleştirdim. Artık Sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler.” (14/İbrahim, 37)

Allah (CC) akledenlerden eylesin… Akıl edinenlerden değil….

(1).. http://www.network54.com/Forum/163534/thread/1041082918/last-1041083949/HAN%DDF+D%DDNE+%DDMANIM……Mezhebim+Rasulullah,+Kitab%FDm+KURAN,+s%FCnnetim+S%DCNNETULLAH

(2).. http://www.hologramevren.com/yazilarx/md/f47.html

(3).. http://www.dunyagundemi.net/yurt/apo-namaz-sonradan-uydurulan-bir-ibadet-49955.html

(4).. http://www.istekuran.com/index.php?page=salatvenamaz#SalatinNamazlasmasi

(5).. http://www.izedebiyat.com/yazi.asp?id=90467

(6).. http://www.izedebiyat.com/yazi.asp?id=90467

 

BÖLÜM – 3

 

“Bu Kitap kendisinde şek ve şüphe bulunmayan bir Kitaptır. Muttakiler için hidayet kaynağı (rehber-kılavuz) ve yol göstericidir.”(2/Bakara, 2)

Yezid bin Muaviye’nin, Hüseyin şehid edildiğinde “Bedir’in öcünü aldım” dediği rivayet edilir.. Aslında bu söz aidiyet duygusunun vicdanın önüne geçtiğinde; ne denli kötü bir şey olduğunun ortaya konulmasında müthiş bir örnek teşkil eder. Asırlar boyu, aidiyet duygusu ile hareket eden insanlık, kimi zaman, milletini, meşrebini, kavmini kimi zaman ise, bağlı bulunduğu, grup, cemaat, cemiyet ve benzeri toplulukların yapmış oldukları yanlış davranış ve haksızlıkları görmezden gelip, adaletten ödün verilmesine sebep olmuşlardır. Bunun doğurmuş olduğu sonuçta ise adavet ortaya çıkmaktadır.

Adaletin olmadığı yerde Adavet hüküm sürer…

İnsanoğlu, ilk yaratılış serüveninden günümüze değin çeşitli sınavlardan geçmiş ve çoğunda başarısız olmuştur. Vicdanın hâkim olmadığı bir yürekte nefis her zaman iktidarda olur. Nefsin iktidar olduğu bünyede ise adaletli bir yaklaşım sergilemek elbette mümkün değildir.

Sırf heva ve hevesi için yanlış ölçüp biçen ve yanlışlıkta ısrar eden iblis… ve bu inadına karşılık kovulmuş olarak şeytan olan hevası…

Şeytanın kötüyü emretmesi, vicdanını yitiren biri için elbette hemen kabul görür ve bunu eyleme dökerek kendini ispat edeceğini zanneder. Kabil, ne kadar da yaptığı işin yanlış olduğunu bilse de yine de o nefsine tabii olma duygusu ile hareketi sonucu zarar edenlerden olur…..

Kendisine verilen tüm nimetlere rağmen, insanoğlu bunun kendisini sadece sınav için verildiğinin farkına varmayacak kadar körleşir. Kazandığı ne kötü kazançtır hâlbuki insan….. Körü körüne ve bir o kadar bilinçsizce nefsinin kendisine fısıldadıklarına İMAN eder. Ve evet sonunda ZİYAN edenlerden olur…

İnsan, bilmediğinin düşmanıdır. Bildiklerinin ve kabullendiklerinin de kölesidir. İnsan, araştırmadan salt bildikleri ile hareket ettiği sürece o bildiklerinin yanlış olduğunun kendisine hatırlatılması ile iyice ona yapışır. Kendi bildikleri ile alakalı olarak okuduğu her materyalden bilgiden, belgeden ve rivayetten etkilenir. Doğruyu sadece kendisinin bildiklerini iddia edenler o doğru sandığı şeyi ilah edinir. Din hususunda tek kaynak KUR’AN’dır. Kur’an-ı kendi doğru bildiği yanlışların üzerine bina eden o tek doğru kaynağı kendi yanlışları ile tahrif eder.

Tarih boyunca hep tartışma konusu olsa dahi Allah (CC) HİCR-9 a istinaden bu kitabın korunmuş olduğunu belirtir. Ancak kalplerinde eğrilik olanlar. Gerek inatlarından dolayı ve gerekse inkâr etmeye meyilli olmaları sebebi ile Ali-İmran-7 belirtildiği gibi kelamı yamultarak nifak tohumu ekmekte bir beis görmezler. Kendilerine neden böyle yaptıkları sorulduğunda Bakara-11 ve 12 de belirtildiği gibi ıslah edici olduklarını söylerler ve Allah (CC) ın cevabı onların suratına tokat gibi iner. Nisa-89. Ayet bu gibilerin ne kadar aşağılık olduğunu ortaya serer.

Günümüzde bu tür düşünce yapısına sahip şeytanın taşeronları beyanı tartışma konusu ederek, inananların akıllarına ipotek koymaya çalışırlar. Sırf tartışmak için beyanı alay konusu edinirler. Bakara-39. Alay konusu edindikleri ayetleri tahrif ederek böbürlenirler ve baş başa kaldıklarında haddi aşmaya devam ederler. Bakara-14.

Sözde SADECE Kur’an diyenlerin bugünlerde konu edindikleri ve güya ilmi çalışma yaptıkları konular onların gerçek niyetlerini ortaya koymaktadır.

Domuz’un haram olmadığını ve domuzun Arap yarımadasında ne aradığını İLMİ!! bir şekilde münazara!! ederler.

Alkolün Allah (CC) tarafından haram edilmediğini sadece yaklaşılmaması gerekilen bir şey olduğunu söylerler.

İçki ayetinde geçen “aklı örter” ibaresini BAKARA-14 de belirtildiği gibi alay konusu edinerek tahrif eder ve “Maide-90-91 ayetlerini “başörtüsü de aklı örtüyor o zaman şeytanın pisliğidir diyecek kadar aşağılar aşağısı olmaya devam ederler.

Başlattıkları tartışmalarda MUAVİYE zamanında Kur’an eksiltilmiş, ekleme yapılmış tahrif edilmiş diye iddialı bir iddia da bulunarak HİCR-9 a açıkça muhalif olurlar.

Allahu Ekber değildir diyecek kadar Allah’a başkaldırılar.

Muhammed nebi nübüvvet gelmeden önce müşrikti, müşrikten daha beterdi diyecek kadar aşağılık olurlar.

Namazı inkâr eder hatta namaz kılanların müşrik olduğunu söylerler.

Oruç, Hacc, zekât gibi kulluk vazifelerini Zariyat-56 yı bile bile inkâr ederler.

Kur’an okuyanları alaya alır ve ayetlerden şakı besteleyeceklerini söylerler.

Muhammed nebinin annesinin Yahudi, güzide eşi Hatice annemize Yahudi Muhammed nebinin akıl hocası olarak “onun akıl hocası Yahudi Varakadır” diyenler ile saygı çerçevesinde sohbet edecek kadar çiğdirler.

Kıldığım namazlardan dolayı Allah’ım beni affet diyecek kadar bedbahttırlar…

Peygamber nasıl vahiy alıyordu? Cebrail rüyasına mı geliyordu o zaman masal bu? diyecek kadar inkârcıdırlar.

Sadece Kur’an demelerine rağmen Kur’an’dan bihaberdirler. Kendilerine “müşrikler aynen hayvanların yedikleri gibi yerler“ ayeti bu hadis hakkında ne düşünüyorsun diye sorulduğunda “bu sapıklıktır böyle saçma hadis olur mu?

Bakın işte hadis dediğiniz saçma şeyler ne kadar sapıkça” diyecek kadar KUR’AN’DAN HABERSİZDİRLER…

Hülasa……..

Daha birçok konuda sapıklık üzerine olan bu nasipsizlerin kim olduğunu biliyor musunuz?

Bunlar Allah’ın ayetlerini okuyan SADECE KUR’AN DİYEN ve Allah’a karşı Allah’ın ayetleri ile savaş açan sözde GERÇEĞİN PEŞİNE DÜŞEN diye kendilerini isimlendiren SAPIKLARDIR…

Adaleti nefsinde sağlayamayanlar, sapıklık içinde adavet doğuracak kelam ederler. Yaptıklarının doğru olduğunu zannetmeleri ancak ve ancak şeytana verdikleri sözleri yerine getirmeleri içindir. Vicdanı zerre miskal olan birinin ve hele hele inandım diyerek Allah’ı aldatmaya çalışanların bu halleri samimiyetsizliğin göstergesi olarak önümüzdedir.

Evet, başta dediğimiz gibi Yezid bin Muaviye Hüseyin şehid edildiğinde şöyle dedi: ”Bedir’in öcünü aldım” evet Yezid aidiyet duygusu ile kâfir dedesinin öcünü aldığını ifade etti..

Ya bugün kendilerini HANİF diye adlandıranlar yaptıkları tahrifat ile KİMİN ÖCÜNÜ ALIYORLAR HEM DE ALLAH’A KARŞI ALLAH’IN AYETLERİNİ KULLANARAK…

Kur’an apaçık bir kitaptır. Ve O2Nu Rahman olan Allah c.c. kendisi açıklamıştır.

HUD-(1-3) /–. Elif, Lam, Ra. Bu Kitap, hâkim ve haberdar olan Allah tarafından, Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayetleri kesin kılınmış, sonra da uzun uzadıya açıklanmış bir Kitap’dır. Ben size, O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim. Rabbinizden mağfiret dileyin ve O’na tövbe edin ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin ve her fazilet sahibine faziletinin karşılığını versin. Eğer yüz çevirirseniz o zaman ben doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkarım. Allah c.c. beyanı kendisinin açıkladığını belirtmesine rağmen ta Resulün vefatı ertesinden başlayarak türlü akımlar aracılığı ile yeniden bir din inşaa edilme gayretleri süregelmiştir. Oysaki Allah c.c. insanı ilk yarattığı günden itibaren kelimeleri kendi aracılığı ile öğrenebileceğini ve ancak kendi bildirdikleri ile kurtuluşa erilebilineceğini belirtmiştir. BAKARA-37-Derken Âdem Rabbinden birtakım kelimeler aldı, (onlarla tövbe etti. O da) tövbesini kabul etti. Muhakkak O, tövbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.

Peki, o zaman Kur’an bu kadar açıkken ve de yapılacaklar Allah c.c. tarafından şekillendiriliyorken birilerinin bu gayreti neden?

ZUHRUF-2 -Apaçık Kitab’a andolsun ki….. Diye yeminle başlayan bir Yaratıcı…

Din aklı olan ile muhatap olur. Akleden Allah c.c. açıklayıp indirdim dediği, bu kitap apaçıktır dediği ve benim ayetlerimdir dedikten sonra.. Âdemoğluna zulmeder mi? Ondan başka teviller yapın, ben size bilmece sordum bulun bakalım der mi? Haşa… Ama maalesef, bugün aşağıda sıralanan konularda o kadar hummalı bir çalışma yürütülmektedir ki; bunu ne ile ifade edebilirler doğrusu kendileri dahi bunun farkında değillerdir.. Aslında Müslüman olduğunu iddia edenleri dört kısma ayırırsak sanırım yanlış bir kategori ayrımı yapmamış oluruz.

Birinci Grup: Gelenekçiler

İkinci Grup: Rivayet, hikâye ve nakilciler

Üçüncü Grup: Akli ve mantık kuramcıları

Dördüncü Grup: İtirazsız İtaat edenler

Birinci gruptakiler dededen kalma düşünceler ile din algısı olan ibadet ve itaat konusunda kişi ile yaratıcı arasında bir sözleşme olduğunu, kişinin iyi bir insan olduktan sonra yaratıcı tarafından hoş görülebileceğini ve de merhamet nazarında kalacaklarını düşünen tüm din mensuplarının Allah c.c.’a inanmaları hasebi ile cennete gireceklerine inanan, ibadetleri sadece belirli zaman aralığına sığdıranlardır…. Bu grup daima etkilenen konumundadır…

İkinci grup, birinci gruba göre ilim ve bilgi sahibi, devamlı okuyan, araştıran, yaşayan… Ancak bu grup mensupları dinin Allah c.c. katında ancak ve ancak birilerinin himayesi altında kalınarak sağlamlaştırılabileceklerini savunurlar. Kendi anlayışları gereği, bazı zatlara Allah c.c. dostu makamı kendi elleri ile verilerek onların bazı ulvi ve de insanüstü vasıfları olduğunu düşünürler. Misalen onların gaybı bilebileceğine, insanlar üzerinde tasarruflarda bulunabilineceğine, şefaat edebileceklerine, Allah ile konuşabildiklerine… gibi gibi… Ancak Kur’an ayetleri bunun tam tersini söylüyor denilince verilen tek cevap şu olur “Allah c.c. istese yapamaz mı? “Bu grup ilmi konuda gerçekten zirve durumdadır. Ancak bir o kadar rivayet, hikâye ve nakli bilgi hastasıdırlar… Yalan yanlış ne kadar içinde Allah c.c. ve Resul geçen konu ve haber varsa sahih diye kabul ederler..

Üçüncü grup, bu grup, “SADECE KUR’AN” sloganı ile ortaya çıkmıştır. Kendilerine Kur’an da geçen ve Müslüman’ın bir özelliği olan HANİF adını veren bu grup, Hanif olma özelliğini bir din olarak ortaya koymaya çalışmaktadırlar. Hâlbuki Allah c.c. beyanında..

Ali-İmran-67: İbrahim; ne Yahudi idi ne de Nasrânî idi Ve lakin Hanif müslim idi ve müşriklerden olmadı.

Buyurarak Müslümanlığın bir özelliği olduğunu söyler. Bu grup, kendini kurtulmuşlardanız diye bilirler. Kendi akli ve mantık çalışmalarını Kur’an tevillerini ve çıkarımlarını İŞTE KUR’AN diye pazara sürerler. Aşağıda sıralanan konuları “SADECE KUR’AN” diyerek tartışma konusu ederler. Oysa Allah c.c. buyurur ki; ZUHRUF-2 -Apaçık Kitab’a andolsun ki….. O halde neden;

Salat,

Savm,

Hacc,

Zekât,

İnfak,

Temizlik,

Örtünme,

Cinn,

İblis,

Şeytan,

Melek,

Cibril,

Cennet,

Cehennem,

…….

…….

…….

Gibi kavramlar üzerinden tartışmalar açılıyor.. Düşünen ve akleden bir insan ZUHRUF-2 -Apaçık Kitab’a andolsun ki….. Ayetine binaen bu kitapta Allah c.c. ne demek istediğini elbette anlar. Ama bu kadar kavram kargaşası oluşturmak şu iddiayı ortaya atmak olur.. ALLAH c.c. KULLARINA BİLMECE SORDU VE ÇÖZMESİNİ İSTİYOR. Hayır, Allah c.c. ayetlerini kendisi zaten açıklamıştır ve açıktır.. Ve nettir.. Ve akledene hitap eder…

HUD-(1-3) /–. Elif, Lam, Ra. Bu Kitap, hâkim ve haberdar olan Allah tarafından, Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayetleri kesin kılınmış, sonra da uzun uzadıya açıklanmış bir Kitap’dır. Ben size, O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim. Rabbinizden mağfiret dileyin ve O’na Tevbe edin ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin ve her fazilet sahibine faziletinin karşılığını versin. Eğer yüz çevirirseniz o zaman ben doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkarım.

Kalplerinde hastalık olanlar Allah c.c. ayetlerinin altında başka mana veya sebepler aramaya başlarlar. Resulün örnekliğini ve de yaşamını bir kalemde silerler. Gelen sahih rivayet dahi olsa Kur’an ayeti değilse reddederiz diyenler ne hikmet ise inkârlarında yine o rivayetlerden deliller sunarlar. Allah c.c. açıkça ortaya koyduğunu.. Aslında bununla şu murad ediliyor demek sureti ile akılları karıştırmak ve de yeni dinlerine ümmet kazandırmak isterler. Havarileri vasıtası ile ortaya döktükleri iftira, tevil, karalama ve de her türlü argümanı kullanmaktan çekinmeyen bu grup… Nasıl olurda SADECE KUR’AN diyerek Kur’an dışı kaynaklardan nemalanırlar.. Misalen CİNN konusunda Allah c.c. apaçık ayetler ortaya koymuşken hala bunu saklı, gizli vs… mantığı ile ortaya sürmek samimi olmadıklarına açık delildir. ALLAH c.c BİLMECE SORMAMIŞTIR. ALLAH c.c. BEYANINDA DER Kİ;

ZUHRUF SURESİ 2. AYET: Apaçık Kitab’a andolsun ki

YUSUF SURESİ 1. AYET: Elif. Lâm. Râ. Bunlar, apaçık Kitab’ın ayetleridir.

BAKARA SURESİ 99. AYET: Andolsun, sana apaçık ayetler indirdik, onları yoldan çıkmışlardan başkası inkâr etmez.

YUNUS SURESİ 15. AYET: Onlara ayetlerimiz açık açık okunduğu zaman (öldükten sonra) bize kavuşmayı beklemeyenler: Ya bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir! dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.

HİCR SURESİ 1. AYET: Elif. Lâm. Râ. Bunlar Kitab’ın ve apaçık bir Kur’an’ın ayetleridir.

MERYEM SURESİ 73. AYET: Onlara açık açık ayetlerimiz okunduğu zaman, inkâr edenler, inananlar için “İki topluluktan hangisinin makamı daha hayırlı, meclisi (mevkii) daha güzeldir?” derler.

HAC SURESİ 16. AYET: İşte biz onu (Kur’an’ı) apaçık ayetler olarak indirdik; şüphesiz Allah, dilediğini hidayete yöneltir.

HAC SURESİ 72. AYET: Kendilerine apaçık ayetlerimiz okunduğu zaman kâfirlerin yüzlerinde hoşnutsuzluk belirdiğini anlarsın. Neredeyse kendilerine ayetlerimizi okuyanların üzerine saldıracaklar. De ki: “Size bundan (bu öfkeli durumunuzdan) daha kötü bir şey haber vereyim mi? Varacağınız ateş! Allah onu kâfirlere vadetmiştir. Ne kötü sonuçtur (o)!

NUR SURESİ 1. AYET: Bu indirdiğimiz ve uygulanmasını farz kıldığımız bir suredir. Düşünüp öğüt almanız için onda açık açık ayetler indirdik.

NEML SURESİ 1. AYET: Ta, sin. Bunlar Kur’an’ın ve apaçık olan kitabın ayetleridir.

KASAS SURESİ 2. AYET: Bunlar, apaçık Kitab’ın ayetleridir.

ANKEBUT SURESİ 49. AYET: Hayır, o, kendilerine ilim verilenlerin göğüslerinde apaçık olan ayetlerdir. Zulmedenlerden başkası, bizim ayetlerimizi inkâr etmez.

YASİN SURESİ 69. AYET: Biz ona (Peygamber’e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah’tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır.

DUHAN SURESİ 2. AYET: Apaçık olan Kitab’a andolsun ki

AHKAF SURESİ 7. AYET: Ayetlerimiz onlara açıkça okunduğu zaman hakikat kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler: “Bu, apaçık bir büyüdür” dediler.

HADİD SURESİ 9. AYET: Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.

MÜCADELE SURESİ 5. AYET: Allah’a ve Resulüne karşı gelenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Biz apaçık ayetler indirmişizdir. Kâfirler için küçük düşürücü bir azap vardır.

TALAK SURESİ 11. AYET: İman edip sâlih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah’ın apaçık ayetlerini okuyan bir Peygamber göndermiştir. Kim Allah’a inanır ve faydalı iş yaparsa Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. Allah o kimse için gerçekten güzel bir rızık vermiştir.

ZUHRUF 2. AYET: Apaçık Kitab’a andolsun ki…

Kur’an apaçıktır ve de bunu en fazla dillendiren HANİF diye kendini ortaya atıp MUVAHHİD iddiasında olanlardır… EVET, ALLAH C.C. KİTABI APAÇIK ORTAYA KOYMUŞTUR. VE KİMSEYE İHTİYAÇ OLMADIĞINI BİLDİRMEK İÇİN BEN DETAYLI OLARAK AÇIKLADIM DEMİŞTİR. O HALDE NEDEN HALA ALLAH C.C. BEYANINI BAŞKA TEVİL YALAN UYDURMA İFTİRA İLE AÇIKLAMAYA ÇALIŞIYORSUNUZ.

“İnsan sanal rabıtayı keşfedip, kalabalıklara daldığı günden beri, bir başına kaldığının farkına varmadı…”

“Paper Facebooks”’tan adını alan ve bir bakıma sanal dünyanın pasaportu olma özelliği taşıyan “sosyal paylaşım sitesi” Facebook.

Wikipedia Facebook için şu notu düşer. 4 Şubat 2004 tarihinde Harvard Üniversitesi 2006 sınıfı öğrencisi Mark Zuckerberg tarafından kurulan Facebook, öncelikle Harvard öğrencileri için kurulmuştu.(1)

Dünyada yaklaşık 750 milyon kullanıcısı olan Facebook, Türkiye’de 31 milyon kullanıcıya sahiptir. Gerçek kimlikleri ile sosyal paylaşım sitelerine üye olanların yanı sıra “sahte profiller ile” katılım yapan kullanıcı sayısı azımsanmayacak kadar çok olan Facebook iletişim ve paylaşım amacı ile insanların hayatlarında önemli bir zaman dilimini meşgul etmektedir.

Nostalji

Yaşı kırk üzeri olanlar hatırlarlar. O yıllarda daha bırakın renklisini, siyah/beyaz ekranın ve tek kanalın olduğu dönemlerde insanlar, somyalarını(zamanın çekyatları) karşılıklı koyarak hasbıhal eder, dert dinler derman olmaya gayret ederlerdi. Ne vakit kanallar çoğalmaya başlandı çekyatlar televizyona doğru konmaya başlandı o zaman… ”Merhaba Televole elveda yeni nesil”… Artık, sohbetler reklam arası dakikalara sığdırılmaya başlandı. Şimdilerde ise “internet” denen teknolojinin kazanımları olan sosyal siteler sayesinde artık çekyatların üzeri boş kaldı. Ve sandalye üzerinde aile fertleri milyonlarca kişi ile irtibat kurarak yalnızlığı seçtiler… Ve insanlar sonunda sanal rabıtayı keşfettiler…

Feyz-book…

Ne kadar kendimizi yansıtabiliyoruz? Sanal dünyanın getirisi olan sanal bireyler. Belki dikkatlerinizi celbetmiştir, Facebookta yapılan her paylaşım altında özellikle din ve siyaset konularında bilip bilmeden görüş beyan eden, karşısındakinin yazdığı kelamı okumadan aidiyet ve ayniyet elbiselerine bürünerek cevap yetiştirmeye çalışan, bilgi içermeyen “Google hazretlerinden” feyz alınarak âlemle-i cihan-vari görüş beyan eden… Aslında eleştiri yaptığımız kadar “varız” evet hepimizin yapmış olduğu bundan ibaret. Ama diğer taraftan gerçeğin farkına varma adına paylaşımlara müdahil olan gençliğin varlığı sanırım bir nebze insana “eyvallah” deme sorumluluğu yüklemektedir.

“eline, beline, diline sahip çık” sözüne aslında “klavyene” tabirini eklemek sanırım “sanal çağda” yerinde bir ekleme olacaktır. Avamdan, ulul-emre kadar her kesimin kendi görüş, düşünce ve fikirlerini dile dökmeye ya fırsatları veya cesaretleri olmadığından “klavye parmaklayarak” tebliğ etmeleri hor görülecek değildir. Kaldı ki; herhangi bir inanç, görüş ve düşünce akımının tebliğ edilmesi sanırım hiç bu kadar kolay olmamıştı. Ve bunun farkında olanlar bunu kullanmanın ne kadar getiri sağlayacağını belki de “yıllar önceden” hesaplamışlardı…

“Küresel sanal ayaklanma…”

Arap baharı!!! adı ile anılan ve bir çok İslam ülkesinde halkın ayaklanarak “dikta rejimlerine” başkaldırmalarına neden olan olaylar silsilesinde “sanal alem” elbette büyük bir rol üstlenmiştir. Özellikle, son yıllarda “Facebook ve Twitter” gibi sosyal paylaşım sitelerinde oluşturulan “sanal sivil toplum kuruluşları” bulundukları durumu tüm engelleme ve de sansürlere rağmen ifşa edebilme özgürlüğüne kavuştular. Misal; bunun son örneğini, Tunus’ta Mohamed Bouazizi’nin kendini yakarak öldürmesi üzerine bir Facebook grubu açılması ve bu adresle beraber sosyal medya dalgası yayılması olayında görebiliyoruz(2)

ve fakat bu sanal alem öyle bir oyun oynuyor ki, işlenmemiş günahları, kimi zaman bir mazlum sırtına korken, kimi zaman zalimin mazlumluğunu ilan ediyor… Ne tuhaf ki her birey milyonlara bunu yutturmanın hazzını yaşıyor. Son dönemde yaşanan “Gezi olaylarında” üzerinden panzer geçen genç kızın ölümü, İtalyan polisin bir köpeğe sıktığı biber gazını ve bir sürü sanal yalanı birbirimize yutturmadık mı? “Dayanın 48 saat daha ayaklanmaya devam edersek hükümet düşecek” twittini atan koca koca yalancıların ironisi… Aslında iki taraflı bir sanal ve yalan dünyası…

 Facebook bir nimet mi?

Sosyal ağların insanlar üzerinde oluşturduğu olumlu ve olumsuz sonuçların olması muhtemeldir. Şöyle ki;

-Sosyal ağların kullanılması bağımlılık yapmaktadır. Kişi programlanmış gibi “kendi özel sayfasına “ bakma zorunluluğunu hissetmektedir.

-Paylaşımlarda ruh hali, sevinçler, kızgınlıklar ve düşünce yapıları açıkça ortaya koymada bir beis görülmemektedir.

-Özellikle özel yaşam “fotoğraflar, özel günler ve hatta sırlar “ açıkça sergilenmektedir.

-Sosyal paylaşım sitelerinde düşünce gruplarının özellikle genç ve toy beyinleri etki altına almaları, onları yönlendirmeleri daha kolaydır. Özellikle etki altına almak istedikleri gençleri onore edecek iltifatlar ile kendi ağlarına düşürmeleri tehlikenin boyutuna ışık tutmaktadır.

-Sosyal paylaşım sitelerinde zaman geçiren okul çağı çocuk ve gençler, iyi olana dimağlarının müsaitliği olmadığından kötü örnek olacak fiilleri daha çabuk kabullenmeleri yönünden zararlı olmaktadır.

-Zamanının çoğunu sosyal paylaşım sitelerinde geçiren gençlik okuma alışkanlığının olmadığı ülkemizde daha kısır dimağların çoğalmasına sebep olmaktadır.

-Sosyal paylaşımlar “enaniyet” duygusunun kamçılamasına sebep olmaktadır.

-Sosyal paylaşım sitelerinin psikolojik etkileri üzerine yapılan araştırmalarda ilginç sonuçlar çıkmıştır. Buna göre;

  • Profesör Baroness Greenfield’in araştırmasına göre Facebook ve Twitter gibi sosyal paylaşım siteleri gençleri ‘kimlik krizi’ne sokuyor. Bu paylaşım ağlarında fotoğraflarını paylaşan ya da bir görüşünü yazan kullanıcıların “Bakın ben buradayım” diyerek devamlı insanların dikkatini çekmek istedikleri belirlendi.
  • California üniversitesinden Larry Rosen araştırmasında aşırı derecede Facebook kullanan çocukların iletişim zorluğu yaşadıklarını belirtmiştir. Bu çocukların genel özelliklerinin aşırı derecede bencil, kendini beğenmiş, aşırı sabırsız ve agresif olduğu gözlenmiştir.
  • Georgia Üniversitesi psikologları 2008 yılında yaptıkları araştırmada, Facebook’a çok fazla güncelleme yapanların narsist eğilimde olduğu sonucuna varmışlardır. Narsistik eğilimin, uzun süreli sağlıklı ilişki yeteneksizliğini beslediğine dikkat çekmişlerdir.
  • York Üniversitesi yaptıkları araştırma sonucu, kızların çekici fotoğraf koymaya yoğunlaştıklarını, erkeklerin ise, “About me” (hakkımda)kısmında kendilerini methetmeye yoğunlaştıklarına dikkat çekmişlerdir.
  • Hollandalı psikolog Paul Kirschner, ders çalışırken bir yandan da ara ara Facebook sayfasını kontrol eden öğrencilerin oldukça başarısız olduğunu tespit etmiştir. Kirschner yaptığı çalışmada, Facebook kullanıcılarının not ortalamasının 5 üzerinden 3.06 olmasına rağmen Facebook kullanmayanların ortalamasının 3.82 olduğunu tespit etmiştir. – Ohio Üniversitesince 2009 yılında yapılan psikolojik araştırmalara göre, Facebook’tan eski sevgiliyi gözleyip durmanın sınıfta kalmaya yol açtığı sonucuna varmıştır.
  • Oxygen Media ile Lightspeed Araştırma Merkezinin, sosyal medya kullanıcısı 18-34 yaş arası kızlar üzerinde yaptığı araştırmaya göre ise %34’ü sabahları uyandıklarında tuvalete gitmeden önce Facebook’a girdiklerini söylemiş, %39’u kendilerini Facebook bağımlısı olarak tanımlamıştır. % 49’u erkek arkadaşının hesabını hackleyerek kontrol etmeyi normal bir davranış olarak gördüklerini söylemiştir. – Cornell Üniversitesi uzmanları, Facebook kullanıcılarının, bütün arkadaşlarının kendileriyle aynı düşüncede olduğunu varsayma eğiliminde olduğunu tespit etmiştir.
  • İngiliz Bilgisayar Topluluğu (BCS), sosyal ağlarda çok fazla zaman geçirmenin insanları soyutlayarak gerçek hayattan kopardığı görüşüne karşı çıkmaktadır. BCS’nin araştırmasında Facebook gibi sosyal ağların kullanımı hayattan zevk alma yolunda istatistiki olarak kayda değer bir pozitif etki yaptığı görülmüştür. Araştırmaya göre özellikle kadınlar, düşük gelirliler ve düşük eğitim seviyesindekiler de bu pozitif etki daha yüksek çıkmıştır.
  • Barracuda tarafından yapılan araştırma ise, sahte Facebook hesaplarına ait bilgiler sunmaktadır. 2,884 Facebook üyeliğinin incelendiği çalışmada sahte profillerin %97’sinin ‘sahipleri’ cinsiyetlerini kadın olarak belirtmiş. Sahte profil sahiplerinin ortalama 726 arkadaşı olduğu tespit edilmiş. Gerçek hesap sahiplerinin ortalama arkadaş sayısının ise 120lerde olduğu bilinmektedir. Araştırmada Facebook’taki ortalama arkadaş sayısının Sosyal çekingen yetişkinlerde dışa dönüklüğü geliştirmeye yönelik katkı sağladığı söylenmiştir.
  • Amerika’daki Utah Valley Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyeleri Hui-Tzu Grace -Chou ve Nicholas Edge, yaptıkları araştırmada Facebook’un bizi mutsuz edebileceğini belirtmişlerdir. Bunun gerekçesini ise Facebook’taki arkadaşların eklediği fotoğraflar/videolar olduğu söylenmiştir. Sosyal ağ üzerinde sadece mutlu, keyifli ve eğlenceli fotoğraflar gören kişi karşısındaki insanın kendisinden çok daha mutlu olduğu yanılgısına düşmektedir. Araştırmanın bulgularından biri Facebook’ta geçirilen zamanla arkadaşların daha mutlu olduğuna inanma durumu arasında doğru bir orantı olduğu yönündedir. Bir diğer bulgu ise arkadaşlarıyla sanal ortamlarda sosyalleşmek yerine gerçek hayatta sosyalleşmeyi seçenlerin diğerlerine göre daha mutlu hissettiği yönündedir.(4)

Velhasıl; Facebook bir nimet mi? sorusuna, otokontrolün yapabilirliğinin daha da zorlaştığı günümüzde bir bireyin vermesi zor bir cevaptır.

Son olarak, yapılan araştırmalara göre;

  • İnternette sosyal medya pornoyu geride bırakmıştır.
  • Dünya üzerinde her üç kişiden ikisi sosyal ağları ziyaret etmektedir.
  • Her gün Facebook üzerinde 8 milyar dakika geçirilmekte ve 285 milyon adet içerik paylaşılmaktadır.
  • İnternet kullanıcılarının sadece % 65.1’i e-posta kullanmakta, sosyal ağları kullananlar ise %68’dir. (3)

Eskiden Televole gençliği vardı… Şimdilerde sanal âlem mücahitleri, sosyalistleri, sanal aşkları, sanal insanları…

Zamanın dini sanal ve hali ile ameli de sanal oluyor…

Dua ile…

Kaynak:

1.      Wikipedia

2.      http://www.Facebook.com/pages/Mohamed-Bouazizi

3.      http://iletisim.ieu.edu.tr/karine/?p=292

4.      İnternet araştırmaları

MAİDE 32. İşte bu yüzdendir ki İsrailoğulları’na şöyle yazmıştık: Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur. Peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler; ama bundan sonra da onlardan çoğu yine yeryüzünde aşırı gitmektedirler.

 

İnsan,

Azgınlığın, dizginlenemediği nefsi, iki metre çukur teskin eder….

İnsanlık tarihi ne yazık ki; kendi kendini rezil rüsva durumuna düşürür  ve beddualar ile yad eder…

 

Tarih boyunca neden ve ne için’lere türlü bahaneler bulmaya çalışan insanoğlu, kimi zaman din adına kimi zaman millet kimi zaman da şehveti için “VAHŞET”İN yaptıkları yanında masumane bir ifade olarak kalacağı ve akıl, haya, hak ve hukuku dumura uğratan zavallı bir duruma düşmüştür. İnsanın en kutsal hakkı olan yaşama hakkının türlü sebepler ile elinden alınması ne ile ifade edilebilir. Adına ne denirse densin inanan veya inanmayan kim olursa olsun eğer MAZLUM ise hiçbir makam ve mevkii o MAZLUMUN canına kast etmek için bir sebep ileri süremez.

 

Tarihte yaşanan ve yapılanın lügatte isim dahi bulunamayacağı örnekler düşünen, akleden ve VİCDAN sahibi hiçbir “canlının” tahayyül dahi edemeyeceği örnekler ile doludur.

 

  • Yeni kıtanın işgalinde Arawaks yerlileri soy kırıma uğrar ve 8.000.000 olan nüfusu 20 yıl içinde 20.000 e düşer.
  • Avustralya’da Aborjinlere İngilizlerin uyguladığı soykırımda 700.000 kişi katledilir. 
  • Nambiya’da Almanlar 130.000 kişiyi sırf dünya metası için katleder. 
  • 2. Dünya savaşında üçte biri yaşları 15 yaşından küçük 250.000 alman kendi dindaşları tarafından Danimarkalılarca katledilir.
  • 2.Dünya savaşında Almanlar çoğunluğu Çingene ve Yahudi olan 6.000.000 insanı katleder.
  • 2.Dünya savaşında Dresden’de Amerika ve İngiliz askerleri kendi dindaşı olan savunmasız ve MAZLUM Alman sığınmacıların üzerine üç gün boyunca 3.900.000 kg bomba ve 200.000 NAPALM bombası yağdırarak 200.000 den fazla insanı katleder.
  • Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombası sebebi ile 135.000 sivil katledilir.
  • 2.Dünya savaşında ölen sivil sayısı 41.830.630
  • Bosna’da katledilen MAZLUM sayısı 200.000 Mülteci 2.000.000
  • Filistin’de sayıları 10.000 leri bulan çoğu daha BEBEK olan MASUM ve MAZLUM insan katledildi.
  • İsrail’in Lübnan’ı bombalaması sonucu çoğu BEBEK ve MASUM MAZLUM olan binlerce insan katledildi.
  • Afganistan ve Pakistan da Şer güçleri sayısını bilmediğimiz 10.000 lerce MAZLUM ve MASUM katletti.
  • Çin sırf inanç ve milliyeti sebebi ile 10.000 lerce MAZLUM ve MASUM insanı katletti.
  • Amerika ve yandaşlarının Irak’ı özgürleştirmek için gönderdiği şer ordusu MAZLUM, MASUM ve her şeyden habersiz çoğu ÇOCUK,KADIN,BEBEK 1.500.000 İNSANI KATLEDER. Ve insanlık IRAK’ta ölen MAZLUM’UN değil ölen  Amerikalı askerlerin “LEŞ” sayısını aklında tutar.

İnsan eğer MAZLUM ise adı ne olursa olsun

Kime iman etmişse etsin

Hangi milletten olursa olsun

Tek adı vardır

MAZLUM

Ve eğer; insan denen canlıda zerre miskal VİCDAN var ise bu ZULME ortak olmaz ve en azından Tepkisini kor.

 

Velev ki;

dua ile

beddua ile

 

 

 

 

İnsan

Daha doğmadan yıkanmıştı balçıkla suretin

Asırlık şecere/İhanet /bir anlık vakfe

İstediğin kadar gerin tek marifetin

Soyağacın birkaç damlalık nutfe,

Kim koydu gecenin rengini siyah

Ay serinler gölgesinde güneşin

Gün gelir toplanır mahşerde ervah

Yabancı olur annen, evladın ve eşin

Nefs, istişarede şeytanlarıyla

Ve ilmiği kaçar ömrün

Dikiş tutmaz zevk-ü sefa

Ümüğünü sıkar ölümün

Can sıkar

Can yakar

Belki gözlerden

“birkaç damla yaş akar”

Ey! kendinden bi-haber

Yemin bozucu serif

Ve Galu /Ve bela

Bir ömre / ömürlük misafir

Verilince mabutlara itila

Can ateşe od olur

Tümden müptela

Ana rahmidir mezar,

Kundaklar cesedini

Asıl aslından bizar,

Mutlu eder nefsini

Kiralık bir ömürde,

son bulacak nefesin

Daha doğmadan yıkandığın

Balçığın sulbündensin…

Güneşin hala doğudan doğduğu günlerde……………..

Aslının ezberine düşürdüğü kelimeler ile yaşadığını zanneden neslin, ardına bakıp ne kadar yoldan çıktığını görmesi dileği ile…

Zamanın yecüc-meccücleriyiz. Her şeyi yiyip bitiren,

Ve zamanın belam-ı …

Ve zamanın amel yetimleri…

Ve zamanın klavye mücahitleri…

Ve zamanın piç fikirlere gönüllü gebe kalanları…

Ve zamanın fikirsiz-Gazalileri…

Yitirdiğimiz ulvi melekelerimizin, ne vakit bizleri terk ettiğini anlamayacak kadar fikri nankör, zikri, ketum, nesli necaset içinde yüzmesine rağmen, necabet-vari bir tavır takınan, ahlaksızlığı gayet normal, imanın gereğini anormal görecek kadar vicdanda nekes…

İnsanlığın tarihini tekerrür edercesine, öncekilerin ne kadar çiğ ve çirkin ameli varsa miras kabullenen, nefsani konularda aceleci, imani konularda el-ayak bitap ve insani vasıflardan sıyrılmış. İnsanın var ediliş sebebini hatırına dahi getirmeye ar eden,….

Menfaatin şah olarak kabullendiği, ŞAHDAMARA YAKİN olanın dikkat derecesine dahi alınmadığı. Algıda seçicilik gerçeğini test edercesine imanda dumur, nefisine memur olan yığınlar yığını…

Ceddini sadece öven, fiil, davranış ve hayatı ile de adeta söven gençlik,.. Bilginin köşe bucak saklandığı ve aklın onu bulmak için kılını kıpırdatmadığı. Kulaktan dolma, söylentiye uyma ve dahi ikrarı gereken konularda inkara kalkacak kadar alleme-i cihan…Lakin; her konuda bir kelam etmeyi kendisine şiar edinecek kadar ilim sahibi !!!!!!

Bunu da gördüm ya diyecek kadar şaşkınlaşacak kulaklar… Namaz var mı ? tartışmaları arasında üç vakit namazı ile beynamaz avcılığı….Resul şakşakçıları ve Resule dil uzatacak kadar aşağılaşacak aşağıların aşağısı….

Kıçında yarım tomar tezek ile abdest inkârcılığı yapanı da gördüm. Salat ediyoruz diye namaz kılanı müşrik edeni de diyecek mizanda kıt imanlı nefsim…

Eskilerin masalları… Girizgâhı ile başlayıp. Eskileri karıştıran eskici artığı beyinsizler, bir Nebinin ne gaye ile gönderildiğini elbette idrak edecek muştuyu duyamazlar. Buna rağmen “işittim itaat ettim” iddiasının peşinde topukları üzerine basa basa geri giderler. İmanın önünde durması bir şey faide eder mi? İstikamet o yönde olmadıktan sonra… Belki; belki… bekle belki;…..

Ve bir yanda HİMMET tacirleri, zimmetine geçirdikleri ile boy boy akletmeyen güruhlar “yarattıklarını” zannede-dursunlar. Cemiyette makam ve mevki sahibi cemaat ehilleri. Her atılan taşta parmak izlerinin olduğunun fark edilmemesi için attıkları taşı beyanın kelimelerine bulandıranlar taşlar ki acep kaç sabinin alnında kara bir leke, kaç cahilin aklında cevapsız şüphe ve kaç imanın ardında siyah bir gölge bıraktı. Hesabını yapabilene aş-kol-sun…

İmanını bir dervişe üç ihlas bir fatihaya satan nesil. Üzerine boca boca günah yığdığı vicdanını elbette nefessiz bırakacaktır. Gözünü kapatıp ellerine verilen kandiller ile kör kuyuya atıldığının farkında dahi olmayan Yusuflar, geçecek bir kervanın kendisini kurtarmasını beklemezler. Yaratanın affı ile aldatılan ve bir günah bir günah bir günah diyerek nemalandıkça nemalanan iblis ve eşrafını fark bile edemezler. Bir günah be günah…

İşine gelen her kelimeye sımsıkı sarılan, ancak; işine gelmeyen için türlü türlü bahaneler uydurmayı ustalıkla beceren bizler. İş çıkmaza düştü mü sarıldığımız İPE, işimizi hallettiğimizde ise ayrı ayrı bilmem kaç yetmiş parçaya bölünmede RAHMET arayacak kadar İHANET içerisindeyiz…

Dünyada ebedi sefir olacağını düşünen Âdemoğlu, Âdem’in öldüğünü kabullenmeyecek kadar fikren cahil ve ebedi yaşasa bile amellerine kefil olamayacak kadar sefil bir haldeyiz…

Güneşin batıdan doğduğu güne kadar mühlet var…

TAKAS / Yavuz KAYA

Yayınlandı: 07 Ekim 2012 / Yavuz Kaya, Şiir

Bir kelebekle takas ettim ömrümü

Lakin vakit hazan ve gece yarısı

Ne gelincikler gülümser güneşe

Ne papatyalar talihime düşer

Ne de renkler aşikâr

Ömür mü? Bir günlük yaşar.

≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡

Bir dilenciyle takas ettim duayı/elli kuruşa

Rahmet okundu geçmişe

Murat aldım nasırlaşmış cümleleri

Es verdi çaresizliğe

Allah rızası için…

Dilendim/el açtım diyemedim

Aaaamiiin…

≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡

Bir martının çığlığını takas ettim/bir dilim simitle

Kovalarken güneşi karanlığa

Köpük rengine salladım

Boğazın en derinine

Damla damla/köpük oldu/gözyaşı

Geriye çığlıklar kaldı…

Ardı karanlık ömrün…

≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡

Bir baykuşla takas ettim şansımı

Beklemedim geceyi/şafakta astım korkularımı

Göğsüme dar gelen

Aklımı çelen

Fikrimi deşen satırlarımı

Kem sözlerle başlık attım nesrime

Düşük yaptı kalem

Devrik kaldı kelam…

≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡

Yalnızlıkla takas ettim hayat hissemi

Haykırdım geceye/gölge gibi

Kovaladım ayak izlerinin kokusunu

Ve korkusunu yaşadım

Can teninde kayyumun

Titredim zemheri gözyaşlarıyla

Terledim boş bakışlarla

Olmayan yarınıma…

≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡

Bir masalla takas ettim gerçeklerimi

Masal bu ya dedim yaşadım sorgulamadan

Bir dilek diledim haramilerden

Çal dedim ömrümü benden saklanmadan

Kâh aradım gerçeği/kuytularda

Kâh nefsimle savaştım haberim olmadan

Yenildim…

≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡≡

Ve takas ettim…

İki metre çukurla…

Dünyayı…

Bir salaya…

Hayy’dan geldik gideriz Hu’ya

Ömür takas edilir/bir Fatiha’yla

ANLAYANA MASALLAR / YAVUZ KAYA

Yayınlandı: 13 Eylül 2011 / Yavuz Kaya, Şiir

Evvel zaman hiçinde

Akıl hayret içinde.

Dermansız dertli iken,

Sabır bir sivri diken.

Ben dünyayı sittin sene takmazken…

Gözü bağlı bir âmâdan tarif aldım yolumu

Az gittim, ben bittim ana avrat düz gittim

Dönüp baktım ardıma, geçen ömre hayretim.

Neyse; uzun lafa borazan.

Çıktı önüme lâl olan bir lâfazan.

Yazdı arzu-halimi, bağladılar dilimi.

İki meczup yaklaştılar usulca.

Biri asık suratlı hem sağır hem de kısa.

Öbürsü ki; umursamaz tavırla

Dedi:

– anlat nedir halin ki nice?

Sağır olan dinledi pür-i dikkat kesildi.

Epey dedim belki on beş fasıldı

Dedi sağır:

– ne güzel, neşen hep böyle olsun.

Bul kendine arkadaş gidilecek yol uzun.

Aldım yanıma kör bir topal.

Git…

Git…

Ömür tükendi.

Baktım kör-topal ilerde.

Gitti, durdu, bekledi…

Seslendim peşin sıra

Dedim:

– nasıl gidersin böyle? Hele dur bir ara.

Ben sağlamım, sen hem kör hem de topal.

Dedi:

– ben kimim biliyor musun söyle?

Dedim:

– berduş bir kör-topal, ardında kaldım seyre.

Sırıttı ciyak ciyak:

– ben talihim ey bre,

Sen kaçırdın treni öküz gibi bak öyle.

Su gibi aktı ömür,

Vardım otuz beşime.

Zaman ne sabırsızsın, düşüverdin peşime.

Ben kaçtım o kovaladı.

Takılıp düşüverdim.

Gece oldu, üstüme rengini çekiverdim.

O verdi gerçeklerimi,

Ben ona düşü verdim.

Vardım; puslu mekân, sürüyorlar hayatı.

En çorak hisse benim,

Çürük tohumluk ati.

Dediler bu günahla nah geçersin sıratı.

Afalladım, pulladım, dua ettim seslice,

Dürtüverdi vicdanım beni gizlice:

– Gözü bağlı âmâdan alınır mı yol tarif?

Aradın mı köşe bucak bir arif?

Lâl olan yazarsa arzuhalini,

Sağır dinler ancak senin derdini.

Kör, topal olur masallarda talihler.

Gerçeği gör göster marifetini.

Yık artık nefsinin istibdadını.

Gökten üç elma düştü hey HAK ki

Hepsi kurtlu

Biri yazan kaleme,

Biri bozan âleme,

Kalan kör, topal talihime.

Evet, “Muhammed” öldü ya getirdiği… O da mı öldü?

Peygamber öldü diyenler… (ki; gerçekten Peygamber ölmüştür. Her nefis ölümü tadacaktır) Aynen Samiri gibi, madem O gitti ve yalnız kaldık, onun bize tebliği de geçersizdir bizde kendi “ilah”ımızı yaratalım… ”Musa”yı yaşarken öldürenler… Aslında onun getirdiğini geçersiz kılmak istediler… “Muhammed”e öldü diyenler… O’nun yaşamadığını değil getirdiğinin hükümsüz olduğunu söylemeye çekindiler… Ve akıllarını ilah edinerek “tevil”ler yapmaya başladılar… Madem “Muhammed” öldü ve gelip sakalımıza yapışamayacak… Beyan’ı yüzümüze fırlatamayacak… Ölen buzağıyı bizlere vurup da “ölen ruhlarımızı” dirilterek gerçeği aşikar edemeyecek… O halde gelin kendi “buzağı” mızı ilah edinelim…

“Muhammed”in yaşantısı, söylem, eylem ve fiillerini alay konusu yapanlar… Tarihi ve günümüz sözde âlim ve düşünürlerinin; yaşantı, söylem, eylem ve fiilerini sünnet kabul etmekle aklandıklarını ve gerçek ”İslam”ı yaşadıklarını zannededursunlar… İlim-ehlinin Kur’an süzgecinden geçirerek oluşturdukları fikirleri kelama ve oradan kaleme dökmelerini umursamasınlar… Ama kendi elleri ile yazdıkları ve “Akıl dağarcığından“ geçirdim dediklerine iman edip dursunlar…”Aklım almıyorsa Allah bile dese almam” diyebilecek kadar cesur… Salatsız… Namazsız… Duasız Cennet vaat edecek kadar “bonkör”… Peygamberin yaşantısını hicvedecek kadar cüretkâr ve bir o kadar da küstah güruhlar… ”İslam”ı sadece “İnfak”a indirgeyecek kadar aciz topluluklar… ”Ben böyle tevil ettim” dinine mensup kuru-kalabalıklar…

“Muhammed” öldü… O halde kendi buzağımızı “İlah” edinelim…

Evet, “Muhammed” öldü ya getirdiği… O da mı öldü?

Diğer yanda “Muhammed”i “İlah” makamına çıkaranlar… ”Muhammed” den boşa çıkan makama kendi ululadıklarını koyanlar… O’nun yaşantısını “saçma-uydurma-yalan-iftira-Kur’an karşıtı” rivayetler uydurarak kendilerine rant sağlayanlar… ”Bilinçsiz-bilgisiz-salt ritüelleri yaparak kurtuluşa ereceğini zannedenler ” Kandillerde yapılan kendi icadımız olan kandil namazları asli olan namazlara nazaran yetmiş kat daha değerli diyebilecek kadarda cesur, Allah için, bu gece ve günlerde bonus dağıtır gibi bir ver normal günden yetmiş misli fazla al diyebilecek kadar pervasız, bu geceyi eda!! edenin bir yıllık günahı affolur diyecek kadar “bon-kör “ve bir o kadar akıl fakirliği insaf züğürtlüğü… Yüzü suyu hürmetine af olunacağına inanan ”yüzsüzler”…

Aklını kullanmayanın üzerine pisliği boca edeceğini bildiren ve aklını-hevasını ilah edinenleri sapık olduklarını bildiren ve “Bir” olanın bildirdiklerine değil “birilerinin” fısıldadıkları üzere “din” icat edenler… bizler…

“Muhammed” öldü… Getirdiğini öldüremedik… Ama elimizden geldiğince değiştirmeye çalıştık…

Birileri “Muhammed”i ululadı…

Birileri ”Muhammed”i alaşağı ederek ”birilerini” ululadı…

Ve asıl ben şuna şaşıyorum ki; inkar ehli neden Allah’ın ahkamını yıkmaya çalışıyor ve bu uğurda mesai harcıyor ve yoruluyor… Biz zaten bunu yapıyoruz… Onlar kendilerini neden harap ediyorlar ki !!!!!

*****************

Benim anlaşılmazlarım var içine bakamadığım

Sakladığım onu anlamadığımdan nefsimi akladığım

Benim ulaşılmazlarım var incili kılıfında

El üstünde baş üstünde en üstünde

Ama elime alamadığım

Ama aklıma koyamadığım

Ama anlayamadığım ulaşamadığım

Akledemediğim düşünemediğim

Ama hiç inkâr edemediğim

Benim kutsallarım var içinden çıkardığım

İçine baktığımda içinde bulamadığım

Benim ululadıklarım var ulaşılamazlarım

Onların o el üstünde o baş üstünde o en üstünde

Ululadıklarım

Dilime alamadığım

Yanlışı bulamadığım

Delili soramadığım

Ve en üste koyduğum ululadıklarım var

Alaşağı ettiğim o el üstünde tuttuğum

O baş üstüne koyduğum

O en üstte koyduğum

Ululadıklarımın altında kaldılar

Lakin bu böyle mi?

Hayır desem de

Ben istemesem de

İşte o ululadıklarım var ya

Bir ben anlamazım bir ben anlamaz

İşte o an anladım ki

LA SÜPÜRGESİ İLE ÖNÜNÜ SÜPÜRMEYEN, İLLALLAH SARAYINA ÇIKAMAZ

…“Mana”yı ne de güzel bertaraf etmişiz…

Ben kendi şahsıma konuşayım o zaman: Peygamberi ululamak değil, alaşağı ederek değil, onaylamak gayretinde olanlar harici…

Yine altını kalın kalın çizerek diyorum… Evet, Peygamber beşerdi. Ancak “biz gibi” demiyorum bunu…

Muhammed de bizim gibi bir beşerdi…

Muhammed de bizim gibi bir insandı…

Muhammed de bizim gibi bir adamdı…

diyen bizlere. İyi yerden sallıyorsun demek sanırım en hafifinden bir eleştiri olurdu. Peygamber ben gibi, sen gibi, ben gibi bir beşer… insan… adam değildi. Madem o kadar iddialıyız. Muhammed diye hitap ettiğimiz beşerin, insanın, adamın fiil ve eylemlerinin en azından birkaç tanesinin bizde olması gerekmez mi? İddia eden bizlere diyorum. O’nun hayatı, eylemleri, fiilleri, idealleri, öğretileri ve bilimum davasını bir kalemde çizen ve silen bizler… Kur’an ile örüşen ve onun söz ve eylemleri olduğu kesin olan hayatını kabullenmeyen uğrunda diz çürüten Muhammed gibi bir beşer, insan ve adam mıyız? Yoksa yeni yeni türeyen ve adlarını İslam harici tüm vasıf ve isimlerle adlandıranlar. Köşe başı tutmaya ve inanmaya muhtaçların imanlarını çalanlar..

Elbette geleneksel bir din anlayışı, hurafe, bidat ve Kur’an’ın emrettiği öğretilere kulak tıkayıp baba dinine uyanların yaptıkları ve taptıklarını elimizin tersi ile reddedeceğiz. Bunu yaparken yine Kur’an tertibi üzerine yapacağız. Ancak günümüzde dini ritüelleri bir kalemde silen hakkında ayetlerle reddiyeler yazanlar bunu neden yapıyorlar bunu anlamak namümkün…

Bir yanda İslam ve sosyalizmi kucaklaştırıp “İslam artık Marx-ı okumalı ve anlamalı “diyen sözüm ona “abdestsiz sosyalistler” diğer yanda akıllarını ilah edinen “reformistler-Hanifler” soralım onlar acaba işaret edilen Marx birilerinin tabiri ile “Muhammed” aracılığı ile tüm insanlığa tebliği istenen kural ve kavramları “okuyup-anlamaya” çalıştı mı? Sosyalizmi Müslümana kakalamaya çalışanlar “açlık ve isyan” propagandaları ile isyan imandan gelir demek sureti ile neye ve kime isyanı teşvik etmektedirler. Öte yanda mensup olduğunu iddia ettikleri dinin peygamberini ve onun hayatını derdest ederek alaycı bir üslupla irdeleyenler imani bir konu olmamasına rağmen devamlı “cin-ruh-kader vs.” konularını gündeme getirenler. Abdestsizler, gusülsüzler, salatsızlar, vicdansızlar” yine kendilerinin dediği gibi “Muhammed’in hayatını kabul etmeyenler kendilerine mutlaka bir peygamber tayin etmekte geç kalmayacaklardır ve kalmamışlardır. Akıllarını ilah edinen güruh… Peygamberin hayatı ve yaşantısı hakkında kabullenmedikleri ve hikâye dedikleri Kur’an ile örtüşen fiil, eylem ve söylemlerine dil uzatırken, yine kendi fikirlerini empoze edebilmek için, o tarih süzgecinden “nemalanırlar” kendilerine “hanif” diyenlerin internet sitelerinde yazdıklarına göz attığımızda ayetleri ne şekilde “tevil” ettiklerini gördükçe en “hafif” inden yazık diyesi geliyor beşerin… insanın… adamın…

İslam’ın ritüellerini “olsa da olur olmasa da” babında değerlendirenlere tepki gösterildiğinde, karşısındakiler “cahillik ve atalarının dinine uymakla” itham edilmektedirler… Akıl hocalarının bilgi dağarcığı ne olursa olsun “hak inkar ediliyorsa gayret beyhude” Şekilsel “Salat” yani namazı reddeden hatta ”mecusi tapınması-şirk” olarak gören…”gusül ve abdesti ruh temizliği” olarak algılayan ve anlatan&aldatan.. ”zinaya eş aldatılması” gözü ile bakan… ”domuz yağını veya etinin hellaliği” ile ilgili fetva verebilecek kadar cesur olan… vs.vs.vs.. ne bu şimdi..”Hanif”lik değil “hafif”lik düpedüz…

İslam adına konuşan bizler ne yaptık ta… beşer… insan… adam olduk… Yaratan bize ne ile geldin dediği zaman “ayetlerini, kafama göre tevil ettim, ben böyle anladım, ibadet anlamında salatı ayakta tuttum” peki nasıl ayakta tuttun “hümanist oldum-inananları yargıladım, namazları ile dalga geçtim, ibadet edenleri şirkte gördüm(ki; şirke bulaşan cehennemdedir) ancak; yahudi, nasrani ve sabiileri bile cennete soktum” iyi halt ettin… deneceği gün de olabilir… ve yakındır…

“Muhammed” i yargılayan, ashabına dil uzatanlara şunu sormaya cesaret etmek istiyorum… Yok, kızacaklarından ve/veya tepki göreceğimden değil… “Onlar Beyanı ilk duyduklarında hayatlarına nakşettiler –sen ve ben ne yaptık” sorusuna cevap alamayacağım için cesaretim yok…

Evet, Muhammed bizim gibi bir beşer değildi…”işittim itaat ettim” sorgulamam diyecek kadar beşerliğinin farkındaydı…

Evet, Muhammed bizim gibi bir insan değildi…”idealleri uğrunda savaşan” Rabbinin tebliğine boyun eğen ve tebliğ edendi…

Evet Muhammed bizim gibi bir adam değildi…”Muhammed, Âdem’in neslindendi, biz ise Ademliği idam ederek şeytanlığı seçtik…

Hülasa… beşer… insan… adam olmayı ne zaman becerirsek o zaman” Muhammed” oluruz…

Ya nefsinin fısıldadıkları ile hareket edeceksin..

Ya son nefesine kadar “Muhammed” olmak için gayret edeceksin…

Kanının kanını döken insanlık, yaptığı işin sonucunda bir “kargadan” ar edercesine “ah çekeceğini ve yazıklar olsun bana“ diyeceğini nereden bilecekti… Şu an bile “Beyan”ın bizlere öğrettiklerini; göz göre göre nasılda “kovulmuş” olana muhataplığı kabullenebiliyoruz…

Herkesin birbirine iyiliği emrettiği!!! Lakin kötülükten kendisini alıkoymayı bir yana bırakıp “önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından” yanaşanın kendisinin olduğunun farkına varamayacak kadar farksız oluveriyoruz ve “uyarıp da yapmayanın” halinin ne kadar da perişan olacağını göremiyoruz… Ve yolumuzun ortasına “kovulmuş” olanı kendi ellerinizle hazırladığımız ihtişamlı tahtlara oturtabiliyoruz… Aslında kovulmuş olan kendimiziz… Bunun farkına varsak bile “bunu kabullenecek ne yüreğimiz var, ne vicdanımız var ne de Adamlığımız”…

Şu halimize bakın… Bize inen din bu mu? Hiç bir konu da “anlaşamayan… anlaşmayan… anlaşmaya yanaşmayan… anlaşılmayan…”   Nefsimizi ilah edindiğimizin farkındayız aslında… Ama sorulsa “yeri göğü yaratan kimdir ” diye “Allah’tır” deriz. Deriz de bunun ne anlam ifade ettiğinin farkına varmaya direniriz…

“Beyan”a sımsıkı sarılan ve ondan deliller getiren bizler getirdiğimiz delilleri yine “İMAN ETTİM” diyen birbirimize karşı kullanmaktan çekinmiyoruz. Hayat nizamı olarak seçtiğimizi iddia ettiğimiz “İslam”ı sadece mensup olduğumuz cemaat ve/veya cemiyete layık görerek “kendi ellerimizle hazırladığımız cennetlere yine kendimizi koyuyoruz”  işte o zaman “Kurtulanlardan iseniz haydi ölümü istesenize” RESTİ ile karşı karşıya kalacağımızı unutuyoruz… İman ettiğini iddia eden bizlerin aslında “iman etmeyip sadece İslam oldular” uyarısına muhatap olduğumuzu kulak ardı ederek yaşamaya devam ediyoruz. İslam dairesi içinde olup da “sımsıkı sarılmamız gereken O ipi” her fırka kendi tarafına çekerek “din pazarı”na kurduğumuz “bezirgân tezgâhlarına tente ipi” yapmaya ve “beyanı” kendi fikirlerimize “takoz” olarak kullanmaya devam ederiz.

“Allah ve Meleklerin destek olduğu gibi siz de destek olun” buyruğunu kendi inanç sistemlerimize çağırmak için “Resule kapıkulluğu” yaptıracak kadar aşağılaşacak, Resul ile Kur’an’ın arasını ayıracak kadar “kör-sağır ve dilsizleşecek” Allah harici kurtarıcılar arayacak kadar “imansızlaşacak” mıydık?… Ben inananlardanım ve Allah’ın bana Resulü ile tebliğ ettiği “beyan”a iman ederek O’nu tebliğ ediyorum diyen hangi “cesaretli Ademoğlu” aşağıdaki hezeyanların altına imza atabilir…????

Salat: genel olarak bağlılık, söylev ve dua

Salatı ikame: bağlılığı söylevi ayakta tutma koruma

Secde: emirlere uyup itaat etmek, saygı göstermek

Rükû: boyun eğmek, alçalmak, tevazu göstermek

Kıble: odak noktası, hedef strateji

Mescid: itaat yapısı davranışı, içyapı, riayet kurumu

Mescidi haram: yasaklara riayet itaat

Bunu iddia edenler “beyan”dan gıda alıyoruz “dos-doğru yolu” biliyoruz ve ona göre hareket ediyoruz diyorlar. İblis “Senin dos-doğru yolunun üzerine oturacağım” derken elbet o da “Yaratanın” dos-doğru yolunun ne olduğunu bildiğini iddia ediyordu ve biliyordu… Kibrine yenik düşen ve onu “ilah” edinen İblis ile aklına yenik düşen ve onu “ilah” edinen arasında fark olabilir mi? “Namaz kalktığınızda….” diye başlayıp devam eden emri bir kenara yuvarlayıp, “ayağı mesh mi edersek doğru yoksa yıkasak mı?” türünden bir tartışma tutuşturup sonunda “gusül ruhsal arınmadır” diyen “cenabet fikirlilerin” tartışmanın altına salladıkları kendi kalıplarında ki kütüklerin tutuşup ortalığı is-duman ile bulandırmaları asıl gayelerinin ortaya çıkmaması içindir…Ve yine “iman eden kadınlara söyle…” buyruğunu göğüs çatalı ile bitiren ve bunu derken “tarihi argümanları ve rivayetleri” kullanan “Ebu Cehiller” nemalandıkları o tarihin diğer sayfalarında yazan ve Resulün hayat nizamını kör bıçakla kesip bir kalemle çizmeyi bir yana bırakın, ellerine geçirdikleri mürekkep okkalarını o “tarihi argüman ve rivayetlerin” üzerine boca ederler ve bununla da yetinmeyerek “ağızları köpürerek” ihtilam olmuş misali ağız dolusu küfürler ederler… Allah’ın mescitlerine karşı savaş açanlar kurmuş oldukları “dırar”larda kendi hevaları ile “teviller” yaptıkları “beyan”ı bu doğru olandır diye allayıp-pullayıp iman etmeye meyilli dimağlara servis ederler… Kendilerine karşı “hakkı tavsiye eden”lere “Muaviye-Abbasi dinindensin” yaftası vuranlar kalemlerine geçirdikleri “beyan”ı yine o düşman oldukları kişilerin üslubu ile “oyuncak” ederek kara geçtiklerini, fayda sağladıklarını zannederler…

Öte yandan…”yalnız O’ndan ister ve yalnız O’na yönelirim” iddiasında olanlar… “yanlış yerden isteyip yanlış yere yönelmeyi” ve yaptıklarını da “O ipe sımsıkı sarılın” buyruğuna uyanların akıllarına ipotek koyarak yapmayı kendilerine düstur edinmişlerdir… “Kıyamete kadar kendilerine hiç bir faydası olmayandan medet umandan daha zalim kimdir” sorusuna “benim” dercesine ervahtan medet uman ve umut tacirliği yaptıranlar “ervahtan medet umana eyvahtan başka bir şey kalmaz” gerçeğine yine “kör-sağır-dilsiz” kalırlar, akıl melekelerini musallaya yatırarak “iman edenlerin üzerine ölü toprağı” serpiştirmekten çekinmezler…

Resul’ü “ilah” makamına çıkarıp O’ndan boşa çıkan yerlere kendi elleri ile şekil verdiklerini koyanların amacı ancak “Firavun veya Nemrut kadar masumane” olabilir… Secde edilecek itaat edilecek makamın yön tabelalarında yaptıkları revizyonu hoş göstermek için bunlar da aynı yöntemi yani “beyan”ı kullanmaktan çekinmez, utanmaz ve korkmazlar…

Hülasa… Dos-doğru yolu bilen ile dos-doğru yolun üzerine oturanlar hep aynı kişiler ve bunu da dos-doğru, değişmemiş, değişmeyecek, korunmuş olan “beyan”a çağırdıklarını iddia ederek yaparlar…

Ve…   İki örnek karşımızda; Âdem ve İblis… Âdem Allah’ı… İblis bizi temsil ediyor… Farkında mıyız?… “Birr” olanın yolu üzerine oturan “DÜPEDÜZ BİZİZ”…