Hayat kitabını (Kur’an) okuyan, ona gönül veren, üstünde düşünen akıl sahipleri müminlere; kitaptan bihaber olan Müslüman kardeşlerimiz: “Kur’an’da her şey varsa, namazın vakitlerini de bize göster.” diye eleştiri getirirler. Akılları sıraca Kur’an merkezli düşünen insanların “sadece Kur’an” tezlerini çürüttüklerini düşünürler. İmanda bir güven ve teslimiyet vardır. İnanan insan yani mümin Allah’a güvenen kişidir. Allah, kendisine güvenen kişinin (mümin) güvenini boşa çıkarmaz, ona en doğru yolu gösterir. “Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir, rehberdir (2/2).” Müminin yol haritası Kur’an’dır. Mümin yolunu bulmak, menziline ulaşmak istiyorsa; kitabı kendisine rehber edecektir/etmelidir.
Muhammed Nebi de, kendisine vahyedilen Kur’an’a göre hayatını düzenlemiş ve insanlara Allah’ın emir ve yasaklarını tebliğ ederken Kur’an’ı temel almıştır. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle ifade edilmektedir: “O, nefis arzusu ile konuşmaz. Kur’an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir (53/3-4).” “Öyle ise sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen doğru bir yol üzeresin (43/43).” Peygamber (a.s) da kendisine bildirilen bu vahyin mesajlarını doğru şekilde Müslümanlara ulaştırmak için, Rabb’inin emriyle onu sürekli okumuş ve üstünde uzun uzun düşünmüştür.
[Müzzemmil (Ey yüklenecek olan/hazırlanan/içe kapanan/giysisine bürünen/gizlenen), Kumilleyle (geceleyin kalk), rettilil kur’ane tertila (Kur’an’ı ağır ağır, düşüne düşüne oku), ‘aleyke kavlen sekila (üzerine ağır bir söz bırakacağız)] (73/1-5)
Müzzemmil suresinde Allah Teâlâ nübüvvet/risalet misyonunu/görevini verdiği Muhammed Nebi’yi bu görev için hazırlamıştır. Bir nevi kendisine bu zor görev için, yükleme yapılmıştır. Üstünde asıl durulması gereken “Kur’an’ı ağır ağır, düşüne düşüne oku (73/4).” ayetidir. Allah’ın, Muhammed Nebi’nin Kur’an’ı ağır ağır, düşüne düşüne okumasını istemesinin sebebi “hikmet” sözcüğünde saklıdır. Hikmet sözcüğü her ne kadar Kur’an dışı vahye delil olarak gösterilse de, kanaatimizce “hikmet” Kur’an’ı okuyup anladıktan sonra Kur’an’dan en güzel şekilde hüküm çıkarmaktır.
Sonuç olarak Allah, Muhammed Nebi’nin Kur’an’ı ağır ağır, düşüne düşüne okumasını ve Kur’an hakikatlerini, hikmetlerini insanlara bildirmesini istemektedir. Daha ilk inen surelerden biri olan Müzzemmil suresinde Allah Teâlâ, Peygamber (a.s)’a gecenin yarısından fazlasını Kur’an okuyarak geçirmesini istemektedir. Müzzemmil suresi nüzul (iniş) sırası bakımından 4. suredir. Yani henüz Kur’an ayetlerinin çok az bir kısmı Peygamber (a.s)’a vahyedilmiştir. Buna rağmen Peygamberimizin ağır ağır, düşüne düşüne az sayıdaki ayetleri uzun uzadıya okumasındaki sır ne olabilir?
Kanaatimizce ayetler arasındaki bağlantıları kurmak ve ayetlerden hikmetler (hüküm) çıkarmak için yapılan titiz bir çalışmadır denilebilir. Bu okuma, sevap kazanmak için, ayetlerin anlamları üzerinde düşünmeden yapılan tekrarlardan ibaret değildir. Aksine bilinç ve sorumluluk yüklü bir okumadır.
Bizler de Kur’an’ın namaz ile ilgili ayetleri üzerinde düşünelim ve Rabb’imiz hikmetlerini bulmaya çalışalım. Ama bunu yaparken namaz ile ilgili olan bazı kavramlara da yeri gelince kısaca değinmemizde fayda var.
Kur’an’da salat/namazla ilgili 70 küsur ayet vardır. (11/114, 17/78, 24/58, 2/238, 50/39-40, 30/18, 20/130, 76/26 v.b ayetler)
KUR’AN’DA İSMİ GEÇEN NAMAZ VAKİTLERİ
Namazla(salat) ilgili ayetlerden hareketle, namazın insanlar üzerine vakitleri belirli bir zamanda farz kılındığını görmekteyiz (4/103). Dikkat çekici bir husus da Kur’an’da isimleri zikredilen 3 namazın bulunmasıdır. Şimdi ayetlerde isimleriyle anılan bu namazları görelim:
1-Salat-el Fecri (sabah namazı) (24/58, 11/114).
2-Salat-el İşa’ (akşam namazı) (24/58, 17/78, 11/114, 38/32).
3-Salat-el Vusta (orta namaz) (2/238).
“Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlarla, ergenlik yaşına gelmemiş olanlarınız sizden üç durumda izin istesinler: Sabah namazından (salatil fecri) önce, öğlen vaktinde elbiselerinizi çıkardığınızda, akşam namazdan (salatil işa’) sonra… Kaygılanacağınız üç vakittir bunlar. Bunlar dışında size de onlara da bir günah yoktur. Aranızda dolaşırlar, birbirinize bakabilirsiniz. Allah, ayetleri size işte böyle açıklıyor. Allah Âlim’dir, Hâkim’dir.” (24/58)
“Namazlara ve orta namaza (salatil vusta) devam edin. Allah’a gönülden boyun eğerek namaza durun.”(2/238)
Nur suresi 58. ayette salatil fecri ve salatil işa’; Bakara suresi 238. ayette ise salatil vusta belirtilmektedir. Sanırım 3 vakit namaz kılanlar bu ayetlerde geçen namaz/salat isimlerinden hareketle namazlarını kılmaktadır. Kaldı ki Nur suresi 58. ayetinde salatil fecr ve salatil işa’ isimleri zikredilmesine rağmen, bu ayet 3 vakit namaza delil olarak gösterilemez. “Öğle vakti elbiselerinizi çıkardığınızda” diyerek insanların müsait olmadığı/mahrem yerlerinin dışarda olabileceği 3 vakte işaret edildiği açıktır. Bu 3 vakitte namaz kılındığını kabul etsek bile, ayetlerde ve hadislerde elbiselerin çıkarılarak namaz kılındığına dair tek bir delil yoktur. Bu görüşün de ne kadar temelsiz olduğu apaçıktır.
Bakara suresi 238. ayette geçen namazlar ve orta namaz tabirleri dikkatlice incelenecek olursa, burada en az 5 vakit namazdan bahsedildiği görülecektir. Çünkü bu ayette basit bir gramer mantık var. Türkçede olmayan bir mantıkla çoğul yapılmıştır. Türkçede çoğul, birden fazla sayıdaki her şey için kullanılırken; Arapçada çoğul en az 3 olmak üzere 3’ten fazla şeyi ifade eder. Yani özetle söylemek gerekirse Arapça çoğullaştırma, Türkçedeki çoğullaştırma gibi değildir. “Namazlara ve orta namaza…(2/238)” ifadesindeki “namazlara” kelimesi çoğullaştırma ile 3 olursa şayet, vusta namazıyla beraber bu sayı 4’e çıkar; fakat 4 sayısında orta sayı bulunmaz. Ama buradaki çoğul 4 vakti ifade ederse, vusta namazıyla beraber 5 vakti ifade etmiş olur ki, bu da Muhammed Nebi’den bu yana kılınan namazlarla tasdiklenmiş olur. Eğer buradaki “orta namaz” (salatil vusta) deyimi, “namazlara” deyimi içinde yer alıyorsa, o zaman en az 3 olmak üzere 4, 5 vakti de ifade etmiş olur.
Kur’an ayetleri ikişerli/birbirine benzeyen/birbirini açıklayan ayetlerden müteşekkil bir kitaptır (15/87, 39/23). Bir konuda hüküm vermek için, o konuda inen bütün ayetlerin bir araya getirilmesi ve ondan sonra değerlendirme yapılarak bir hüküm (hikmet) çıkarılması uygun olan yoldur. Aksi takdirde yanlış hükümlere varabiliriz. Bu konuda bir örnek vermek gerekirse;
“Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, namaza yaklaşmayın (4/44).” ayetinde sarhoşluk veren bir maddenin haram olduğuna değinilmemiş, sadece namaz kılmak için hazırlık yaptığınızda bilincinizin yerinde olmasına dikkat ediniz buyurulmuştur. Şimdi bizler sadece bu ayetten hareketle sarhoşluk verici maddelerin haram edilmediği, sadece namaz kılarken bilincimizin yerinde olması gerektiği sonucunu çıkarırsak, bunun dinde bir hükmü/doğruluğu olur mu? Elbette olmaz. Çünkü başka ayetlerde dikili taşlar, fal okları kumarla birlikte içkinin şeytanın amellerinden olduğu ve biz iman edenlerin bundan kaçınmasını; şeytanın kumar ile sarhoşluk veren maddelerle aramıza kin ve nefret tohumlarını ektiğini, namazdan alıkoyduğunu (5/90-91) görmekteyiz. Sonuç olarak İslam dininde tedriciliğin (derecelendirme) olduğunu, bir konuda hüküm çıkarılacaksa; o konudaki bütün ayetlerin bir arada değerlendirilmesi gerektiğini bilmeliyiz. Kanaatimizce Nur suresi 58. ayet ile Bakara suresi 238. ayetten hareketle namazın 3 vakit olduğunu söyleyenler, diğer ayetleri göz ardı etmektedir. Namaz vakitleri konusunda yapılan başka bir yanlış da, Kur’an’ın hükümlerine başvurmadan (kitap referans alınmadan) başka yerlerde delil aramaktır. Nitekim bugün 5 vakit namazın, Miraç’ta farz kılındığını hadislerden öğreniyoruz(!)
Peki, bu denli önemli bir ibadet olan ve her gün kılınan namazın/salatın vakitlerinin Kur’an’da geçmemesi olacak şey midir?
Allah, “…Rabb’inin asla unutkan olmadığını… (19/64)”, “…Kitapta hiçbir şey eksik bırakmadığını… (6/38)”, “Sözünün hem adalet hem de doğruluk bakımından tam olduğunu… (6/115)” söylediğine göre, Namazın da bütün vakitlerini Kur’an’da bildirmesi gerekmez mi?
Kuranın rehberliğinde namaz ayetlerini inceleyerek, namazın/salatın bütün detaylarını bulmaya çalışalım.
Bilindiği gibi namaz sözcüğü Türkçeye Farsçadan geçmiş bir terimdir. Kur’an’da namaz olarak kullanılan kelime ise salat sözcüğüdür. Bize göre Kur’an’da salat (namaz) yerine ve salatla beraber kullanılan “se-be-ha” (tesbih) ve “dua” kelimeleri bulunmaktadır. Çünkü bu terimler birbiriyle alakalıdır. Hatta iç içe geçmiş şekildedir. Onun için bu terimleri incelememiz gerekir ki, namazla ilgili hüküm verdiğimizde isabetli hüküm verelim.
TESBİH
Se-be-ha kökünden türetilen tesbih kelimesi -ortak koşmadan- Allah’ı yüceltme anlamıyla kullanıldığı gibi, hem namazla beraber hem de namaz yerine de kullanılmaktadır.
Salatın/namazın da tesbih (se-be-ha) olduğuna en güzel örnek Secde suresi 15. ayettir.
“Bizim ayetlerimize o kimseler inanırlar ki onlar, kendilerine öğüt verildiği zaman derhal secdeye kapanırlar; Rablerini överek tesbih ederler, büyüklük taslamazlar.” (32/15)
Secde suresi 15. ayette zikredildiği üzere iman edenler Allah’ın ayetleriyle kendilerine öğüt verildiği zaman hemen secdeye kapanırlar. Rablerini Hamd (överek) ile tesbih ederler. “El hamdu lillahi rabbil alemîn (1/2).” ve “Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl (20/14).” ayetlerinde olduğu gibi…
Demek ki bizler, kıldığımız namazlarda Fatiha suresinde Rabb’imizi hamd (överek) ile tesbih etmekteyiz.
Tesbih (se-be-ha) daha genel bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Mümin Sözle, yazıyla, hal ve hareketle, yaptığı işle her an Allah’ı tesbih eder/edebilir. Ama namaz daha çok kuralları olan bir ritüeldir. Bir bakıma tesbih sözcüğü namazı, orucu, zekâtı, haccı, adaletli olmayı, yoksulu doyurmayı v.b içine alacak kadar geniş bir kavramdır. Allah’ övmek için, onun var ettiği sisteme uygun bir biçimde yaşamakla mümkündür.
“Gecenin bir kısmında ve secdelerin ardından da O’nu tespih et.” (50/40)
Bu ayette de tesbihin secdelerin (namaz) ardından yapılmasının emredilmesi; tesbihe, namazın sonunda yapılan bir dua, bir zikir; yani Allah’ı bütün eksikliklerden tenzih ederek anma hüviyeti kazandırmıştır.
“..Her şey O’nu hamd (överek) ile tespih eder..(17/44)” Bu ayette de hamd (överek) ile tesbih etme durumu belirtilmektedir.
Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar, O’nu tesbih ederler. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, halimdir, çok bağışlayandır. (17/44)
Baksana hakikat Allah, o Semavât-ü Arzdaki kimseler ve o kanat çırpıp süzülen dizilen kuşlar hep onun için tesbih ediyor, her biri cidden salâtını ve tesbihini bilmiş, Allah da, ne yapıyorlarsa hep biliyor. (24/41)
Ucu bucağı görülmeyen bu kâinatta bizim dışımızdaki diğer canlı ve cansız varlıkların da Allah’ı tesbih ettiğini yine Kur’an-ı Kerim’den öğreniyoruz. Yaratılan canlı cansız hiçbir şey gayesiz yaratılmamıştır. Hepsi de tek bir gaye etrafında bir araya gelmiş, O büyük sanatkârın “ol” emrini yerine getirmek için her zaman bir oluş içindedir ve her yaratılan canlı cansız varlık lisanı hal ile tesbihlerini yapmaktadır.
Namaz vakitlerini bulurken başvurduğumuz ayetlerden biri de Ta-Ha suresinin 130. ayetidir. Bu ayette salat yerine belirli vakitlerde Allah’ı yüceltmenin, onu övmenin (tesbih etme) emredildiğini görüyoruz:
“O halde dediklerine sabret de rabbına hamdile tesbih eyle; güneş doğmadan evvel, gece saatlerinde de tesbih et gündüzün etrafında da, ki rızaya erebilesin.” (20/130)
Bu ayette beş vakitte Allah’ın teşbih edilmesinden bahsedildiği aşikârdır. Allah Teâlâ, Peygamber (a.s) ve inananların rızaya erebilmesi, kulluklarını hakkıyla yerine getirebilmeleri için günün beş vaktinde Allah’ı hamd ile tesbih etmelerini buyurmaktadır. Dikkat edilecek noktada bu teşbihin emredildiği zaman dilimleri bugünkü 5 vakit namazın eda edildiği zaman dilimleridir. Buradan hareketle tesbihin emredildiği vakitlerde Allah’ın huzurunda kıyamda, rükûda sonrada secdede durarak, Allah’ı övebilir, yüceltebilir. Onu her türlü eksiklikten, noksanlıktan, kötülükten, çirkinlikten, şerden uzak tutabiliriz. Güneş doğmadan evvel denilerek sabah tesbihi (namazı), gece saatlerinde diyerek akşam ve yatsı tesbihleri (namazları), gündüzün etrafında diyerek de öğle ve ikindi tesbihleri (namazları) kastedildiği açıkça ortadır.
DUA
Dua: Arapça bir kelime olup Kur’an-ı Kerim’de şu anlamlara gelecek şekilde kullanılmıştır: yalvarmak/yakarmak, seslenmek, yardım talep etmek, çağrıda bulunmak, istemek, davet etmek…
Namazlarımızda okuduğumuz Fatiha suresi 5-7. ayetlerinde Yalnız Rabb’imizden isteyeceğimizi ve yalnız Rabb’imize kulluk edeceğimizi ve yine Rabb’imizden bizleri doğru yola (siratal mustakîm.) ve kendisine nimet verdiklerinin yoluna iletmesini istemekteyiz.
Fatiha suresi bütün Müslümanlar tarafından namazlarda okunması ve birliğin sağlanması, cemaatle namaz kılınması bakımından önemli olduğu kadar, Allah’a yalvarıp, yakarırken, Allah’tan bir şey talep ederken hangi yolu kullanmamız gerektiğini de çok iyi ortaya koyan bir suredir.
“Duanız, çağrınız, davetiniz olmasaydı, Rabbim size ne diye değer versin (25/77).”ayeti duanın Allah’a kulluktaki önemli bir gösterge olduğunun altı kalın çizgilerle çizilmiştir.
Yani Dua, namazın içinde bir bölüm olduğu gibi; namaz dışında yapabildiğimiz bir ibadettir/çağrıdır. “Muhakkak ki Allah’ı anmak en büyük ibadettir (29/45).” bir nevi biz dua ederek Rabb’imizle söyleşiriz, dertlerimize/sıkıntılarımıza bir şifa ararız. İsteyenler dua ile ilgili şu ayetlere göz atabilir/araştırabilir. (54/10, 25/77, 35/14, 19/4,48, 27/62,80, 17/11, 10/12, 39/8,49, 41/33,49,51, 44/22, 45/5, 71/6, 14/39,40, 21/45, 30/25,52, 13/14, 2/171,186, 8/24, 3/38, 24/63)
Burada üzerinde durulması gereken şey duanın da namazın içinde bir bölüm olarak yerine getirildiğini bilmemizdir. Kanaatimizce namaz vakitleri üzerinde araştırma yapılırken, namazın yerine kullanılan tesbih, dua gibi terimleri de göz ardı etmememiz gerekir. Aksi takdirde yanlış hükümlere varabiliriz.
NAMAZIN ÖNEMİ
Namaz ruhumuzu tezkiye etmekte ve madden bizi temizlemektedir. Dikkat edilirse, namaz ibadetiyle zekâtın (arınmanın) birçok ayette beraber zikredildiğini görürüz. Namaz bizi manevi olarak temizlerken, zekât ise mal ile temizlenmeyi, yani maddi temizliği sağlar. Zekât ibadetinin birçok yerde namazla birlikte zikredilmesiyle namaz kılan kişinin toplumsal bilinç ve sorumluluğa sahip olması vurgulanır (2/43, 2/83, 9/11, 24/56 v.s). Namaz/salat ibadeti Allah katında çok değerli bir ibadettir. Savaşta, korku anında, bir binek üzerindeyken dahi namazın emredilmesi bunun en açık kanıtıdır. (2/239, 4/101-102). Yine abdest almak için su bulamayanların temiz bir toprakla ellerini ve yüzünü meshetmesi namazın her hal ve şartta kılınması demektir ki, bu da namazın Allah katında ne kadar önemli bir ibadet olduğunun göstergesidir (5/6). Allah Teâlâ bir ayette şöyle buyuruyor: “…Namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar, Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir…(29/45).” Ve başka bir ayette de Allah şöyle buyuruyor: “O hâlde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl. (20/14)” ayeti namaz gibi önemli bir ibadette Allah’ı anmak, onun bize verdiği nimetlere şükretmek ve onu Kur’an’da kendisinin bildirdiği gibi övmek, yüceltmek, onu her türlü eksiklerden/noksanlıklardan, iftiradan beri tutarak tam bir teslimiyetle ona yönelmek namazın asıl gayesidir. Namaz, sadece Allah’ı anmak için yapılan bir ibadettir (6/162, 7/29, 20/14).
Gerçek manasıyla kılınan bir namaz, toplumsal sorumluluğu, insanlığın içinde bulunduğu duruma karşı bir duyarlılığı da beraberinde getirir. Gerek dil ile gerek beden ile gerekse düşünce, duygu, fikir ve hissiyat ile Rabb’in huzurunda el pençe divan durmamız, hatalarımızı, günahlarımızı, pişmanlıklarımızı hatırlayıp bunlar için af dilememiz, bir daha bu tür yanlış hareketlerde bulunmayacağımızı Rabb’imize arz etmemiz hayatımızdaki kötü işlerden ve nankörlükten uzaklaşmamızı sağlar (29/45).
EZAN-NAMAZA ÇAĞRI
Namaz vaktinin girdiği ile ilgili bir çağrıdır. Bu çağrının nasıl olduğuyla ilgili Kur’an’da bir bilgi mevcut değildir; ama iki ayette bildirildiği üzere namaz vakitleri girdiğinde Müslümanların bir araya toplanması için yapılan bir çağrının var olduğu gerçektir (5/58, 62/9).
Ezanla ilgili birbiriyle çelişkili rivayetler mevcuttur. Kimi rivayetlere göre sahabilerden bir kısmının gördüğü rüya ile kimi rivayetlerde ise, Cebrail’in Muhammed (a.s)’a öğretmesiyle ezan okunmaya başlanmıştır. Yine rivayetlerin birinde Bilal-i Habeş’in sabah namazı okurken “salat uykudan daha hayırlıdır.” cümlesini de ezana eklemesine Muhammed (a.s) ses çıkarmamıştır. Bu rivayet doğru ise ezanın varlığı vahiyle sabit değildir, eğer ezan vahiyle bildirilmiş olsaydı, hiç kimse bir ekleme ya da çıkarma yapamazdı. Namaz kılmak için ezan okumak, ya da ezanı duymak şart değildir. Namazın kılınmasının şartı, o namaz vaktinin girmesidir.
ABDEST-NAMAZA HAZIRLIK
Abdest, bir nevi namaza niyet etmektir. Namaz kılacak kişinin mutlaka abdest alması gerekir. Abdestin nasıl alınacağı, bozulma nedenleri gibi bütün detaylar Kur’an’da gösterilmiştir (5/6, 4/43). Abdest için su bulamayanlar temiz bir toprakla ellerini ve yüzlerini meshederek namaz için hazırlıklarını yapabilirler (5/6). Abdest sadece namaz için farzdır. Kur’an’a dokunmak için veya onu okumak için abdest şartı yoktur. Su bulunmadığı zamanlarda temiz bir toprakla ellerin ve yüzün meshedilmesi, vücudun elektrik yükünü boşaltması böylelikle insanın vücudunun rahatlaması bakımından önemlidir. Yine boy abdesti ihtiyacı olanların kendilerini iyice yıkamaları ve temizleri lazımdır.
GİYSİ
Allah, insanlar için avret yerlerini kapatmak üzere giysi vermiş ve mescitlere (namaz kılınan yerler) gittiğimiz zaman en süslü ve temiz elbiselerimizi giymeli. Akabinde takva elbisesinin daha önemli olduğunu bilmeli (7/26, 7/İ31). Hem maddi, hem de manevi pislikleri elbisemizden ve düşüncemizden atmalıyız (74/4-5).
KIBLE
Hem plan/strateji/hedef anlamında kullanılmış hem de namazı kıldığımızda yüzümüzü döneceğimiz yer manasında kullanılmıştır ve her nerede olursak olalım yüzümüzü hep beraber Mescid-i Haram’a doğru çevirmemizi Allah emretmiştir (2/143-50).
Allah, başka ayetlerde doğu ve batının (bütün yönlerin) Allah’a ait olduğunu ve yüzümüzü her nereye çevirirsek çevirelim yine ona çevirdiğimizi bilmemizi istemiş ve önemli olan yüzümüzü herhangi bir yöne çevirmemiz değil, aklımızı, fikrimizi, gönlümüzü içten bir yönelişle Allah’a çevirdiğimizin farkında olmamızı istemiştir (2/115, 2/177). Yani Allah’ın değer verdiği bizim hangi tarafa dönüp namaza durduğumuz değil, takvamızdır. Onun için namazlarımızda derin bir saygıyla hem bedenen hem de fikren Allah’a yönelmeli ve ondan hiçbir zaman ümidimizi kesmeyerek pişmanlıklarımızı hatırlayıp içten yalvarmalıyız (39/53).
NAMAZDA KIRAAT
Edip yüksel, namazda kıraat konusunda şunları söyler: “Namazda okuduğumuz duanın anlamını namaz anında bilmeli ve Allah ile konuştuğumuzun bilincinde olmalıyız (4/43). Namazları saygı içerisinde kılmalı (23/2). İhtiyacımıza ve içinde bulunduğumuz duruma uygun olarak Allah’ın herhangi bir ismini (sıfatını) zikredebiliriz (17/111). Namazda Allah’tan başkasını anmak namazın amacıyla çelişir (6/162; 20/14; 29/45). Namazda Allah’ı anmalı, övmeli, yüceltmeli, tesbih etmeli ve sadece O’ndan yardım istemeli (1/1-7; 20/14; 17/111; 29/45; 2/45). Fatiha suresi baştan sona Allah’ı muhatap alan bir dua niteliğinde olan biricik sure olup değişik dilleri konuşanların topluca namaz kılabilmelerini sağlayabilmesi açısından uygundur (62/9-11; 4/101-103). Namazlarda orta bir sesle okumalı ve namazlar ne özellikle gizlenmeli ne de gösteriş amacıyla açıkta kılınmalıdır (17/110). Toplu namaz kılınırsa, namaza önderlik eden kişinin orta bir ses tonuyla okuduğu dua dinlenmeli (7/204; 17/110).” (Edip YÜKSEL, “Kur’an’a Göre Namaz” makalesi, “Okuma” bölümü)
Kur’an’dan kolayımıza geleni okumalı ve namaz kılınmalıdır (73/20, 17/78). Namazlarda Allah’a isimleriyle yakarmalı (17/110), gerekli saygı ve hürmeti göstermeli, hudu ve huşuyu sağlamalıyız (7/56).
Namazlarda Kur’an’dan sure ya da ayetleri okumamızı emreden Allah, bizden önceki ümmetlerin de kıyamda ve secdede Allah’ın ayetlerini okuduğunu belirtir (3/113).
REKÂT SAYISI
Namazın rekâtları ancak korku halinde, bir savaşta ya da bir tehlike anındayken kısaltılabilir. Korku durumu geçince de Allah’ın emrettiği gibi namazı kılınmalı (2/239). Namazlar en az 2 rekat kılınmalıdır (4:101-103). Bugün dikkat edilecek olursa Cuma namazı, bayram namazları 2 rekât olarak kılınmaktadır. İlk 2 rekâtta zam-ı surenin okunması, 2 rekâttan sonra oturulması tahiyyat duası veya başka duanın yapılması, yine sesli okunan gece namazlarında sadece ilk 2 rekât sesli sonraki rekâtların sessiz okunması namazın minimum 2 rekât olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Mustafa İslamoğlu’nun deyişiyle namazlar 2 rekâttır, diğer iki rekâtta sünnet-farzdır.
NAMAZIN KILINMASI
Burada sözü yine Edip Yüksel’e bırakıyoruz: “Namazı ayakta durarak kılmaya başlamalı (2/238; 3/39; 4/102) ve özel durumlar hariç durulan yerden hareket edilmemeli (2/239). Namazda eğilerek yere kapanmalı (rükû ve secde) böylece Allah’a teslimiyet fiziksel olarak da bildirilmeli (3/43; 4/102; 22/26; 38/24; 48/29). Herhangi bir korku durumunda ayakta durma ve eğilerek yere kapanma koşulu aranmaz (2/239).” (Edip YÜKSEL, “Kur’an’a Göre Namaz” makalesi, “Mekanik Biçim” bölümü)
CUMA NAMAZI
Cuma namazı, cuma günü öğle namazı vaktinde Müslümanların bir araya gelerek toplu olarak Allah’ı zikrettiği bir toplantı namazıdır. “Ey inananlar! Cuma günü, namaz için çağrı yapıldığında, Allah’ı anmaya/Allah’ın Zikri’ne koşun! Alışverişi bırakın!.. (62/9)” ve “Namaz kılınınca hemen yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın!.. (62/10)” ayetleri ile cuma günü Müslümanların topluca Allah’ı zikrettiklerini ve bu zikirden sonra insanların yeryüzüne dağılıp kendi nasiplerini arayabileceğini (çalışabileceğini) gösteriyor. Yahudilerin toplantı günleri olan cumartesi ile Hristiyanların toplantı günleri olan pazar günü çalışma yasağı, diğer adıyla tatil diye bir durum söz konusu değildir. Yahudi ve Hristiyanların toplantı günlerini tatil etmesi, o günlerde çalışmayı uygun görmemesi, kutsal kitaplarındaki anlayıştan dolayıdır; çünkü onlara göre Tanrı 6 günde evreni yaratmış 7. günde de dinlenmeye çekilmiştir : “Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak belirledi. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, Yarattığı bütün işi bitirip dinlendi.” (Tevrat-Yaratılış 2/3). Her şeyden münezzeh olan Allah yorgunluktan da, dinlenmeden de uzaktır. Bu ancak Yahudi ve Hristiyanların uydurduğu bir yalandır.
Cuma günü böyle bir toplantının düzenlenmesi çok önemlidir. Sosyal meselelerin konuşulması, ihtiyaç içinde olanların ihtiyaçlarının giderilmesi, Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliğin, yekvücut oluşlarının güçlenmesi, Peygamberin gelen vahyi insanlara tebliğ etmesi bakımından büyük önem arz eder. Eskiden cumalar, bugün bizim kıldığımız gibi 2 rekâtı kılınca kendini dışarı atıp kalabalıklara karışmak değildi.
NAMAZ VAKİTLERİ
Şimdi asıl üzerinde düşünmemiz gereken ayetlere gelelim.
“Hem namaz kıl gündüzün taraflarından ikisinde ve gecenin gündüze yakın saatlerinde, çünkü hasenat, seyyiatı giderir, bu, idraki olanlara bir öğüttür (11:114).”
Elmalılı Hamdi Yazır bu ayet için “Hak Dini Kur’an Dili” adlı tefsirinde şunları söylemektedir:
“Zülef: Zülfe’nin çoğuludur ve Arapçada çoğul en az üç sayıdan oluştuğu için bu ayetteki ifadeden anlaşılan sonuç, ikisi gündüzün taraflarında, üçü de gecenin eteklerinde olmak üzere tam beş vakit namaz emredilmiş olduğu açıkça bellidir. Gündüz namazlarının kıraatinde cehir (sesli okuma) meselesinde sabah namazı gece namazlarından sayıldığı için “tarafeyi’n-nehar” dan murad öğle ve ikindi vakitleri, “zülefen mine’l-leyl”den maksat da akşam, yatsı ve sabah namazları olmak lazım gelir ki, İsra Suresi’nde de “Güneşin öğle vakti zevalinden, gecenin karanlığına kadar namaz kıl. Bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazı gerçekten de şahitlidir (17/78).” diye buyrulmuştur. Böylece öğle ile ikindiye tarafeyi’n-nehar denilmesinin sebebi şudur: Sabah gündüzün kökü, güneşin doğuşundan öğleye kadar geçen vakit ise gövdesidir. Zevalden sonra öğle ile ikindi de, ta batıncaya kadar olan kısım da taraflarıdır.”
Elmalılı, fazla söze gerek bırakmadan çok güzel bir şekilde namaz vakitleriyle ilgili bilgi vermiştir. Yine başka ayetlerde de namaz vakitlerinin 5 olduğuna dair güçlü emareler/deliller/işaretler var.
Bu ayetlerden biri İsra suresi 78. ayetidir.
“Güneşin kaymasından/aşağı sarkmasından, gecenin kararmasına kadar namazı kıl. Sabah Kur’an’ını da gözet. Çünkü sabah Kur’an’ı tanıklarca izlenmektedir.” (17/78)
Güneş’in tepe noktasına ulaştığı vakit öğle vaktidir. “Güneşin kaymasından, yani aşağı sarkmasından” ibaresi öğleden sonraki zaman dilimlerini kapsar. Allah ayette belirtilen bu zaman dilimlerinde (gece vaktine kadar) namaz kılmamızı emrediyor. Ayrıca sabah okunan Kur’an’ın da (sabah namazı) şahit olunması gereken önemli bir olay olduğuna vurgu yapıyor. (Namazda ne okuyacağız sorusuna en güzel cevap.)
Diyanet Tefsirinde İsra suresi 78. ayetin açıklamasında şunları görüyoruz:“ Tefsirlerde genellikle namazın farz kılındığı İsrâ olayının ardından inen sürenin bu ayetinde beş vakit namaza işaret edildiği belirtilmektedir. “Dulûk” kavramı” güneşin bir günde izlediği farazi çemberi dönerken gündüz vakti en yüksek noktayı geçerek batmaya yönelmesi” anlamına gelir. Gün ortasından başlayarak çemberin dörtte üçlük kısmını tamamlaması diye de açıklanmıştır ki bu da ikindi vaktidir. Ayrıca günbatımı İçin de kullanılmıştır. Sonuç olarak îbn Âşûr’a göre “dülükü’ş-şems” deyimi, öğle, ikindi ve akşam vakitlerini içermektedir. Nitekim “ilâ” edatının da bu deyimin birden fazla vakti içerdiğine işaret etmektedir.
Şevkânî bu deyimin anlamıyla ilgili görüşleri şöyle sıralar: a) Zeval vakti b) Gün batımı, c) Güneşin zevalinden batınıma kadar geçen süre.
“Gasak” kavramı “karanlık” demektir, şafağın tamamının kaybolduğu yatsı vaktini ifade eder; “kur’âne’l-fecr” ise sabah namazına işaret eder. Ayrıca bu deyimin, namaz içinde Kur’an okunması gerektiğini de ima ettiği, bu bütün namazlar için gerekli olmakla birlikte burada sabah namazının örnek olarak anıldığı, nitekim Hz. Peygamber’in uygulaması uyarınca sabah namazında daha fazla Kur’an okunduğu belirtilmektedir.
Fahreddin er-Râzî, “gasak” kelimesinin iki farklı yorumundan birinin esas alınması halinde ayette başlıca üç vakit zikredilmiş olduğu sonucunun çıktığını belirtip şu bilgiyi verir: Ayette geçen “dülûkü’ş-şems” öğle ve ikindiyi, “gasaki’l-leyl” akşam ve yatsıyı, “kur’âne’l-fecr” de sabah namazını ifade etmektedir.
Öğle ile ikindinin ve akşam ile yatsının bir arada anılması, mutlak olarak bu namazların cem’ edilebileceğini (öğle ile ikindi, akşam İle de yatsı birleştirilerek dört namazın iki vakitte kılınabileceğini) göstermektedir. Şu var ki, başka deliller, namazların cem’i konusunda sınırlamalar getirdiği için, bunun ancak seferdeyken düşman korkusu vb. gerekçelerle caiz olduğuna hükmedilmiştir.
“O halde dediklerine sabret de Rabbına hamdile tesbih eyle; güneş doğmadan evvel, gece saatlerinde de tesbih et gündüzün etrafında da, ki rızaya erebilesin.” (20/130)
Bu ayette beş vakit namazdan bahsedildiği aşikârdır. Allah Teâlâ, Peygamber (a.s) ve inananların rızaya erebilmesi, kulluklarını hakkıyla yerine getirebilmeleri için günün beş vaktinde namaz kılmalarını ve Allah’ı hamd ile tesbih etmelerini buyurmaktadır. Güneş doğmadan evvel denilerek sabah teşbihi (namazı), gece saatlerinde diyerek akşam ve yatsı teşbihleri (namazları), gündüzün etrafında diyerek de öğle ve ikindi teşbihleri (namazları) kastedildiği açıkça ortadır. Bazı rivayetlere göre Ta-ha suresi 130. ayetiyle bugünkü beş vakit namaz farz kılınmıştır.
Taberi bu ayet-i kerimeyi şöyle izah etmektedir: “Ey Muhammed, kavminden seni yalanlayan kâfirlerin “Sen sihirbazsın.” “Sen delisin.” “Sen bir şairsin” şeklindeki sözlerine karşı sabret. Güneş doğmadan önce Rabb’ine hamd ederek tesbih et. Yani, sabah namazını kıl. Güneş batmadan önce de Rabb’ine hamd ederek tesbih et. Yani, ikindi namazını kıl. Gecenin bir bölümünde de rabbini tesbih et. Yani, yatsı namazını kıl. Gündüzün taraflarında da rabbini tesbih et. Yani, Öğle ve akşam namazını kıl ki, böylece Rabb’inin sana vereceği mükâfatlardan memnun olasın. Müfessirler, ayet-i kerimede geçen “Güneş doğmadan önce Rabb’ini hamd ile tesbih et.” ifadesinden sabah namazının kastedildiğini, “Güneş batmadan önce rabbini hamd ile tesbih et.” ifadesinden de ikindi namazının kastedildiğini söylemişlerdir.
SONUÇ
Yaşamın, yoğun ve stresli çalışma saatlerinin insana verdiği sıkıntıdan kurtulmak için, bir anlık dahi olsa namaz için mola vererek Rabb’in huzurunda tevazuyla eğilmemiz, ona kulluğumuzu ispat etmemiz; ruh ve beden temizliğimiz için önemlidir. Namaz kılmak için aldığımız abdest, kötü/negatif elektriği vücuttan atar. Allah, su bulamadığımız zaman toprakla teyemmüm yapmamızı emretmesinin hikmeti de bu olsa gerek. (Toprağın negatif elektriği vücuttan attığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır.) Çünkü Allah Teâlâ; ruh, beden ve düşünce olarak temiz-hazır bir şekilde karşısında divan durmamızı istiyor. Sanırım namazlarımızda hudu ve huşunun olması için bu ön hazırlığın iyi yapılması gerekmektedir. Yoğun çalışma saatlerinden dolayı namazın 3 vakitte olmasını mantıklı bulanlara en güzel cevaptır.
Namaz vakitleri kadar olmasa da, namazlardaki rekât sayısı da tartışılan başka bir konudur. Nisa suresi 102. ayetten hareketle, peygamber müminlere birer rekât namaz kıldırmış, kendisi de toplam iki rekât namaz kılmıştır. Nisa suresi 101 ve 103. ayetleriyle birlikte Bakara suresi 239. ayette düşman korkusundan namazın kısaltılabileceği hükmü mevcuttur. Böylelikle savaşan müminler peygamberin arkasında birer rekât kılarak bu kolaylıktan faydalanmışladır. Peygamber (a.s)’ın ise iki rekât namaz kılmasının sebebi liderlik vasfının olması ve insanlara namazı öğreten olması hasebiyledir. Peygamberin bulunduğu bir ortamda başkasının imamlık yapması elbette düşünülemez.
Namaz Kur’an’da en çok zikredilen ibadettir. Namazın bütün detayları Kur’an’da mevcut olmasına rağmen, “Kur’an’da namazın detayları yoktur.” demek, esasen Kur’an eksiktir demeye varır. Kur’an’ın bu eksikliğini (!) çelişkili rivayetlerin tamamladığını iddia ederler. Bugün bilinen başka bir yanlış da kaza namazı diye, daha önceden kılınmamış namazların edasıdır. Oysaki Allah namazı belirli vakitlerde üzerime farz kıldığını söylemektedir (4/103). Dolayısıyla vakti giren namaz, o zaman dilinde eda edilmeli, sonraya bırakılmamalıdır. Namaz gibi önemli bir ibadetin kazası olsaydı, Allah orucun kaza edilebileceğini ve şartlarını bildirdiği gibi (2/184-185), namazın nasıl kaza edileceğini ve kazanın şartlarını da bildirirdi. Çünkü din adına hüküm koyucu Allah’tır. Ondan başkasına kulluk etmememiz için ayetleri muhkem indiren ve tafsilat yapıp hükümlerini ortaya koyan ve açıklayan Allah’ın kendisidir (11/1-2).
Giysi başlığı altında mescitlere gidildiği zaman temiz ve süslü elbiselerin giyileceğini yazmıştık. Bu genel kural dışında herhangi bir giysi giyilip, sarık takılıp kılınan namazın daha fazla sevap getireceği düşüncesi doğru değildir. Eğer öyle bir şey olsaydı Allah muhakkak bunu bize bildirirdi. Hem sarıkla kılınan namaz daha sevap olsaydı, kadınlar sarık takmadığı için bu fazla sevaptan mahrum kalacaktı, bu da Allah’ın kulları içinde adaletle hükmetmesine ters düşerdi.
Bugün farklı çevrelerde Allah’ın bizlere gösterdiği ibadet yolları dışında yeni yeni ibadet çeşitlerini piyasaya sürenler vardır. Allah’ın bize gösterdiği ibadet biçimlerinden başka hiçbir ritüel Allah katında makbul değildir. Nitekim Allah bir ayette şöyle buyuruyor:
“Onların Beyt(ullah) yanındaki salatları da, ıslık çalmadan ve el çırpmadan başka bir şey değildi. “O halde küfrünüzden dolayı azabı tadın. (8/35)
Ferec HÜDÜR, “Kur’an’a Göre Namaz” makalesinde Enfal suresi 35. ayet için çok güzel bir tespitte bulunmaktadır: “Kâfirler, kendi icat ettikleri bir usulle, Kâbe’nin yanında el çırparak ve ıslık çalarak Allah’ı övdüklerini, O’na salat ettiklerini zannediyorlardı, nasıl ki bugün bile bazı kimseler, dümbelek, tef, kudum v.s. çalıp raks ederek Allah’ı zikrettiklerini, övdüklerini zan ediyorlarsa, bunlarda ıslık çalıp el çırpmayı Allah’a salat etme zannediyorlardı. Bütün bu hareketler Allah tarafından kabul görmeyen reddedilmiş ve yapanlarını azaba götüren hareketlerdir. Zira Allah öğretmezse Peygamberler dahi, Allah’a nasıl ibadet edeceklerini ve O’nu nasıl övüp salat edeceklerini bilemezler.”
Allah’ın varlığını bilmek ya da Müslümanım demekle iş bitmiyor. Allah’ı gereği gibi takdir etmek, onun bize gösterdiği gibi onu övmek, yüceltmek, ululamak, onu bütün kötülüklerden, çirkinliklerden, eksikliklerden uzak tutup ona tam bir teslimiyetle teslim olmak gerekiyor. Tam anlamıyla bir teslimiyet ise, Allah’ın peygamberler aracılığı ve rehberliğiyle gönderilen kitaba sıkı sıkıya sarılmakla olur. Onun için Allah’ın kitabından bir delile dayanmayan her türlü ibadet, zikir, ritüel ve şekilleri bir sapmadan ibarettir.
Allah’ı, Kur’an’ı gereği gibi takdir edemeyen Müslüman kardeşlerimizin “Kur’an’da her şey varsa, bize namazı da gösterin; ama gösteremezsiniz. Çünkü namaz kıl emri var; ama nasıl ne zaman, kaç rekât kılınacağına dair bir emir yok, bunu Resulullah’ın sünnetinden öğreniyoruz.” İddialar hakikatli bir çıkış olmadığını aksine önceki ataların izinden giden, sorgulama, akletme, düşünme melekelerini devre dışı bırakarak olaylara yaklaştığını ortaya koymaya çalıştık.
Haccın, orucun, zekâtın, mirasın, boşanmanın v.s bütün ahkâmların en ince detayına kadar işlendiği Kur’an’da namaz gibi çok önemli bir konunun da detaylandırılmamış olması düşünülemezdi. Namazla ilgili bu araştırmayı yapınca, namazın bütün detaylarının Kur’an’da mevcut olduğunu gördük. Muhammed Nebi’nin bu detayları çok güzel bir şekilde bir araya getirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü vahyi alan Muhammed Nebi’nin kendisine bu detayları kim vahyetmişse bunu da bu şekilde uygulamasını da öğretmiştir. “Kur’an’ı öğretti (55/2).” ve “Onu, müthiş kuvvetleri olan biri öğretti (53/5)” ayetleri bize Kur’an’ın sadece vahyedilmediğini, aynı zamanda öğretildiğini de bildirmektedir.