DİNLERLE BİLİM BİR NOKTADA BULUŞABİLİR Mİ? / Seyfullah DEMİR

Yayınlandı: 26 Ağustos 2012 / Seyfullah Demir, İktibaslar

Şekil 1 Kuran’a göre dünya ve öte dünyanın yapısı.

Birçok yazımda evrenden atom eksiliyor olduğunu söylemiştim. Bir miktarda nedenine değinmiştim. Kütle eksilmesinin gerekçesinin insan (bilinç) olduğunu söylemiştim. Şimdi konuyu biraz daha açmak istiyorum.

Bir ruh tek bir atomu dünya yılıyla yaklaşık 120 bin senede tanrıya geri götürüyor. Bu hesap çok kaba bir hesaptır ve çokta mantıklı gözükmemektedir. Dünya yılıyla ilk ruhun oluşumundan kıyamete kadar yaklaşık 60 bin yıl geçer. Bunun 50 bin yılı otomatik dönem, 10 bin yılı yarı bilinçli dönemdir. Bu süre zaman olarak tekâmülün yarı zamanını oluşturur. Onun için 120 bin senede bir ruh tanrıya döner diye düşünüyorum ama bu bizim zamanımızla ölçülen rakamdır. Oysa öte dünyada eşzamanlılık dolayısıyla zaman çok farklıdır.

Tekâmül eden ruh tanrı katına çıkana kadar öte dünyanın kanunlarına uyar ama ruhun kütleden kurtulması yani tanrı ile bir olma anı muamma içermektedir. Çünkü ruhun yükselmesi E=mc2 formülüne uygun olarak gelişir. Kuantum katlarında ışık hızının artması enerjiyi de artırır. Formülde m sıfır olduğu zaman E’de sıfır olmalıdır. O zaman o kadar uğraşlarla tekâmül ettirilen ruhun enerjisi sıfırlanmış gözükür ama bu doğru değildir. Bu noktada başka şeyler olmak zorundadır. Tekâmül ederek gelişen ruh ve anti ikizi titreşimleri tanrı katı titreşimine ulaştığında birbirlerini algılayacak duruma gelirler. Çok az bir kütleye sahip olmalarına rağmen (artık onlar birer sicimdir) birbirlerini algılayarak birleşirler. (Detaylar M kuramında anlatılmıştır.) İşte o anda var olan kütleleri yok olur ve kıyamet gibi bir durum yaşayarak gök katlarından tanrı katına sıçrarlar. Bu noktadan sonra ruh için gök katları kanunları çökmüş yeni bir ortam söz konusudur. Bu durum kara deliklerde fizik kanunlarının çökmesi ve yeni kanunların olduğu bir ortam gibi düşünmek gerekir. Büyük patlamayla ayrılan madde ve antisi, küçük birleşmeyle başladığı yere döner ama başladığı durumdan çok farklı gelişmiş olarak.

Bir simülasyon içinde yaşadığımızı anlattım. Bu sistemin çalışması hologram teknolojisiyle simülasyon teknolojisi karışımı bir şeydir. Hologram 2 boyutlu bir plakanın üç boyutlu yansımasıdır. Fakat bu sistemde ise 4 boyutlu bir uzayın üç boyutlu yansıması şeklinde olmaktadır. Üç boyutlu yansıma; içinde yaşadığımız evreni oluşturmaktadır. Yansıma içinde hayvansal yaşam oluşturulmuş ve ruhların bağlanabileceği türlerin gelişmesi sağlanmıştır. Ruhlar her hayvan beyinlerine bağlanamaz onun için memeliler ve kuşlar geliştirilmiştir.

Oluşturulan ruh bir atom enerjisinden oluşturulur. Bunun için evrenimizde kararlı olan her atom kullanılır. Yani bazılarımız oksijen atomundan oluşurken bazılarımız kükürt atomundan oluşur. Belki de burçlar bu farklılıklarımızı anlatmak içindir. Kişi oluştuğu atomun kütlesini sıfırlayana kadar tekâmül eder. Fakat bizim algımızdan çıkışı çok daha erken olur. Astral düzeyden 1. kuantum dünyasına yükselen ruh evrenimizden bir atomu eksiltmiş olur. Onu daha algılamayız. Aynı anda 2. kuantum dünyasından da bir ruh 3. kuantum dünyasına geçer. Bu süreç böyle devam eder ve 7. kuantum dünyasında da bir ruh antisiyle birleşerek kütlesini tamamen yok eder ve tanrıyla bileşir.

1. gök katına geçen ve algılayamadığımız ruhun, kütle çekim etkisi hâlâ daha bizi etkiler. Bilim bu etkiyi karanlık madde diye adlandırdı. Fakat tanrıyla birleşen ruhlar yüzünden toplam çekim gücü gittikçe azaldığı için evren gittikçe daha hızlanarak genişlemektedir. Çünkü eksilen kütleler yüzünden toplam çekim gücü azalmaktadır. Başlangıçtaki büyük patlamanın verdiği kaçış hızı sebebiyle kütleler bir kaçış hızına sahipti. Kütle eksilmeseydi bu hız ya yavaşlayacaktı ya da sabit olacaktı. Aslında bilimin beklediği kesinlikle yavaşlaması yönündedir. Biz bir taşı attığımızda gittikçe hızı azalır ve sonuçta bir noktada durur. O noktadan sonra tekrar dünyaya döner. Fakat biz taşı öyle atalım ki dünyanın çekim gücünü yensin ve uzaya çıksın. İşte bu hızı yendiği noktaya kadar hız yavaşlar ve sonra sabitleşir. Artık başka bir etki olmadığı sürece sonsuza kadar aynı hızla gider.

Eğer biz taşı attığımızda, -dünyada sürekli küçülürse- attığımız taşı gittikçe daha az bir kuvvetle çekecektir. Bu sefer taş yavaşlama yerine daha hızlanacaktır. Bu durumda ise taşın dünyanın çekim gücüne yenilmeyeceği ve gittikçe hızlanarak dünyadan uzaklaşacağı görülür. İşte evren şu anda bu durumu yaşıyor. Bizler tüm ölçü sistemlerimizle büzüştüğümüz için farkı göremiyoruz. Fakat asıl görmememizin sebebi böyle bir şeyin olabileceğini kesinlikle hayalimizden bile geçirmiyoruz.

Din ile bilimin ayrı ayrı bahsettiği ama aslında aynı şeylerden bahsettikleri şeyleri aşağıda sıraladım.

Bilimsel Karşılık                Dinsel Karşılık

Paralel evrenler                       Öte dünya

4-10 Boyutlar                           7 gök katı

Menbran                                     Tanrı

11. Boyut                                    Arş

Eşizlerimiz                                 Cinler

Karanlık madde                       Cinler+Melekler

Bilinç                                            Ruh

Görüldüğü gibi dinle bilim aynı argümanları kullanır ama aynı olduklarını bilmezler. Bu dinle bilimin bir araya gelmesidir ve bizi yönlendirenlerin kıyametteki hedefidir. Dinler, bu ana konuların haricinde birde yaşam ve inanç sistemi oluşturur. İnancın ise bilimle ilişkisi yoktur. Zaten dinlerin getirdiği inanç sistemi de kıyamete kadardır. Kıyamette ortadan kalkacaklar ve insanlığa gerçek bilgi hakim olacaktır.

Hawking’in vurguladığı “paralel evrenlerde eşizlerimiz olabilir” konusunu da biraz açmak istiyorum. Paralel evrenler ile neresinin kastedildiğini bilmiyorum ama bana göre bu evrenler 1′den 7′ye kadar kuantum katlarıdır. En altta olan ruhlar dünya gibi ortamlarda bedenlenerek bu gök katlarında yükselir. Kuran bu altta olanlara “CİN” demektedir. Belli bir seviye üzerinde olanlar ise artık bedenlenmezler. İşte onlar gelişmemiş olanlara yardım ederler. Dinler o tür varlıklara melek adını vermektedir. Aynı zamanda bu cinler ve melekler karanlık maddeyi de oluştururlar. İşte dünyada bedenlenen bizlerin öte dünyadaki hali olan cin formu karanlık maddeye dahildir. Her ne kadar dünyada isek de ruhumuz öte dünyadadır. Ruh astral beden sayesinde beyne bağlanır. Matrix filmindeki makinelere bağlananlar gibi bir durumdayız.

Antimadde tarafı da tam olarak madde tarafının fotokopisi olmalıdır. Çünkü tam olarak eşit atom sayısı vardır ve aynı sürede tekâmül bitmek durumundadır. O zaman bizim eşizlerimiz orada olabilir. MS 2150 kitabında anlatılan ruh ikizi anti ruhumuz olmalıdır. Birbirinden ayrılan atomlar birbirlerini bütünleyeceği için tanrı katında saf enerjiye döndüklerinde bir araya geleceklerdir. Kitapta ruh ikiziyle beraber olmak isteyen kahramanımıza zamanı gelmeden beraber olunamayacağını onun yerine başka birileriyle beraber olunacağını söylemişlerdi. Demek ki ruh ikizimizle tanrı katında kavuşacağız. Fakat aynı frekansta olan ve bizimle aynı ortamları paylaşan ruh eşlerimiz vardır.

Şekil 2 M kuramına göre evrenin yapısı.

Aslında Hawking’in söylediklerini okudukça gerçeğe ne kadar yaklaştığını görmekteyim sanırım son olarak anti evrene ulaştığında tüm olayı tam olarak çözecektir.

Bilimin, tanrıdan kurtulabilmek için verdiği mücadelenin finalinde oluşan teorinin tam olarak tanrıyı işaret etmesi gariptir. Fakat her iki tarafın da teselli bulacakları ve üzülecekleri şeyler vardır. Dindarlar tanrının kendilerinin düşündüğü gibi olmadığını özellikle evrenlerin içine karışmadığını öğrendiklerinde bir hayal kırıklığı yaşayacaklardır ama Tanrı diye inandıkları bir gücün olması onları teselli edecektir. Maymundan geldiklerine üzülecek ama ruhlarının olduğuna şükredeceklerdir. Aynı şekilde Tanrıdan kurtulamayan bilim insanları ise onun bir enerji olduğunu öğrendiklerinde bir miktar teselli bulacaklardır. Evreni bir planlayanın olmasına şaşıracak ama her şeyin fizik kanunlarına uymuş olmasına şükredeceklerdir. Hele M kuramını anlatan belgeseldeki “3 boyutlu evrende her şey bize yakındanda yakındı ama algılayamıyorduk” sözü ile Kuran’da ki “Size şah damarınızdan yakınız” sözü aynı anlama geldiğine hayretle bakacaklardır.

Şekil 1’i Kuran’ı dayanak alarak oluşturdum. Daha sonra M kuramına dayanarak şekil 2’yi oluşturdum ve hayretle ikisinin de aynı şeyi gösterdiğini gördüm. Kuantum katları ile gök katları aynı yerlerdir. Kuantum katları 4 boyutlu uzayla 10 boyutlu uzay aralığındaki uzayları gösteriyor. Kuran bu dünyalara 7 gök diyor. Bizim evrenimizi oluşturan asıl şey bu gök katlarıdır. 11. boyut dediğimiz yere ise kuran arş demektedir. Tanrının olduğu bu mekânda, bildiğimiz kuralların geçersiz olduğunu M kuramı söylemektedir. Bildiğimiz her şeyin kökeni orasıdır. Michael Newton’un denekleri bu yere kaynak demektedirler. Aslında gerçek olan tek şeyde orasıdır. Geri kalan her şey oluşturulmuştur. Kaynakta oluşan bir patlamanın ürünüyüz. Kuran bir patlamadan bahsetmez. Michael Newton’un denekleri ise bir patlamadan bahseder ama sebebini anlatmaz. M kuramı ise patlamayı menbranların çarpışmasına bağlar.

Bu konular haricinde daha özel konuların da dinle uyuşması söz konusudur. Örneğin; Evrimle, Kuran ya da İncil’deki insanın yaşıyla insanoğlunun yaşı özdeşleştirilebilir. Önce yaş konusunu incelemek istiyorum.

İncil’e göre yapılan hesaplarda ilk insan Ademin yaşı 7000-8000 yıldır. Bir hadise göre de Adem’in yaşı 7000 yıldır. Bu rakamların çok kesin olmadığı ve biraz değişebileceğini düşünebiliriz.

Bilimsel verilere göre ise bu rakamlar çok çeşitlidir. Fosillere göre ilk insan 8 milyon yaşında bile olabilir. Fakat fosil kayıtlarında şöyle bir karışıklık var. Geçmişte yaşamış türler de (örneğin Atlantisliler) insan kabul edildiğinden rakamlar doğru değildir. Onun için Ademin yaşını en doğru insan genleri üzerinde yapılan çalışmalar vermektedir. Diğer yazılarımda yazdığım gibi gen üzerinde yapılan çalışmalar da çeşitli tarihleri verir. Erkeklerdeki Y kromozomu üzerinde yapılan çalışmalar  Ademin yaşını 60.000 bin olarak verir. Kadınlardaki mitokontriyal DNA üzerinde yapılan çalışmalar ise 130.000-200.000 aralığını gösterir. Bilim geçmişte başka tür olduğunu kabul etmediği için fosil buluntularıyla özdeşleştirmek için bu rakamı mümkün olduğu kadar ötelemek ister. İlk başlarda 60 bin olan ve sonra 100-130 bin olarak kabul edilen bu değerler şimdi 200 bin olarak düşünülmektedir. Bana göre ise bu değer 60 bin yıldır. Çünkü en kesin değeri verecek olan şey Y kromozomudur. Mitokontriyal DNA insana dönüşümün gerisine gidebilir. Ayrıca genler üzerinde yapılan başka bir çalışma da 70 bin yıl önce dünya nüfusunun çok çok azaldığı ve insanlığın yok olmak üzere olduğunu yazmaktadır. Oysa dünya nüfusunun azlığı yok olmaktan değil yeni yeni filizlendiğinden olmalıdır.

Her ne kadar 60 bin yılı almış olsam bile bu 7000 yıl yanında çok büyük bir rakamdır. Fakat dinler insanın yaşını baz almaktadır. Yani bilincin fark edilecek kadar olduğu döneme insan demektedir. Ondan öncesi bilincin çok az olduğu dönem olduğundan dinler için insan kabul edilmemektedir. Benim insana çizdiğim gelişime göre ilk 50 bin yıl bilinçsiz dönemdir. Ancak  10 bin yıl önce medeniyet kurabilecek bilincin olabileceğini öngörüyorum. Fakat bu rakamı yuvarlak olduğu için kabul ettim. Aslında insan denebilecek bilinç seviyesine insanlık Sümerlerle ayak basmıştır. Belki Sümerlerden bir miktar daha önce olabilir. İşte bu rakamda 7000-8000 yıl ancaktır. Yani insan bilincini baz alarak tarihlemeye bakarsak hem bilim hem de din aynı tarihi vermektedir.

Evrim konusunda ise sadece Kuranı baz alacağım. Diğer dinlerin evrim konusunda ne söylediğini incelemedim. Zaten işi çok dallandırmak kafa karıştırmaktan başka işe yaramaz.

Kuran İnsandan söz edilmeyen bir dönem olduğunu söylemektedir. İNSÂN 76 İnsanoğlu, var edilip bahse değer bir şey olana kadar, şüphesiz, uzun bir zaman geçmemiş midir? Bu ayet, insandan önce çok uzun bir süre geçtiğini anlatmaktadır. Yani dünya ile insan beraber yaratılmadı. Zaten bu konuya pek itiraz edilmez. Ama insanın tek kerede yaratıldığına inanılır.  Eğer mevcut inanış gibi düşündüğümüzde dünya yaratıldıktan sonra insanın olmadığı dönemin olması mantıklı değildir. Allah bu süre içinde dünyayı boş saklamıştır. Oysa yaratılış için zaman geçmesi mantıklı değildir. Tanrı dünyayı yarattığının akabinde hemen insanı da yaratabilir. Eğer bir süre insan yaratılmamış ise demek ki bir şeylerin gelişmesi ve olgunlaşması için zaman gerekmiştir.

Adem’in yaratılması detaylarına girmeyeceğim. Onu buradan okuyabilirsiniz. Fakat ayetlerde yazılan inceliğe dikkat çekmek istiyorum.

SAD 71-72 – Hani Rabbin meleklere demişti ki: “Ben çamurdan bir insan yaratmaktayım. Onu tesviye edip, düzeltip de ruhumdan ona üfledim mi derhal ona secdeye kapanın.”

Allah meleklere seslenirken bir taraftan da bir insan yaratma işlemini yapmaktadır. “Ben çamurdan bir insan yaratmaktayım.”  Sözü eylemin devam ettiğini göstermektedir. Mevcut inanış evrenin yaratılmasını 6 gün ya da 6 evre olarak kabul eder ama insanın hemen yaratıldığını düşünür. Oysa ayetten insanın yaratılmasının da bir süre aldığı anlaşılmaktadır.

Ben bu iki ayetten insanın yaratılırken bilimin öngördüğü süreçlerin yaşandığını anlıyorum. Önce evren yaratıldı ve bu süreçte çok uzun bir süre insan ortada yoktu. Sonra dünya yaratıldı ve insanın oluşumu için süreç devreye sokuldu. İşte bu süreç yaşanırken Allah meleklerine Ben çamurdan bir insan yaratmaktayımdedi. Bu süreç bitki ve hayvansal yaşamın oluşumu sonunda insana giden süreci kapsar. Ayrıca Kurana inanan birinin evrime neden karşı olduğunu anlayamıyorum. Kuranda evrime karşı çıkan bir ayet yok. Aksine “Nahl 8 Hem kendilerine binesiniz, hem de zinet olsun diye atları, katırları, ve merkepleri yarattı.Ve şu anda bilemeyeceğiniz daha nice şeyler yaratacak”  diyerek gelecekte de daha nice şeylerin yaratılacağını söylemektedir. İşte yaratma işleminin evrimsel bir süreç olduğunu anlarsak dinle bilim üst üste çakışır.

yorum

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.