NURCULUK DİNİNİN KİTABI RİSALE-İ NUR’DAKİ ŞİRK SÖZLER \ Hilmi POLAT

Yayınlandı: 27 Ocak 2014 / İktibaslar

Risale-i Nur’un şefaatçi kabul edilmesi Şuâlar, Onüçüncü Şua’da geçen; …Bütün arkadaşlar lâ ilâhe illallah zikrine devam ediyorduk. Zelzele bütün şiddetiyle devam etmekteydi. O sırada hatırımıza geldi, Risale-i Nur’u aşkla ve bir saikle üç-beş defa şefaatçi ederek Cenab-ı Hak’tan halâs ettik. (Bu apaçık şirk değil midir?) Elhamdulillah derhal sakin oldu… Risalei Nur’un darda kalanlara ve günahkârlara yardım etmesi  “Darda kalmış kişi dua ettiği za­man onun yar­dımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzü­nün hâkimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne kadar az düşünüyorsu­nuz…” (Neml 27/62)  “De ki, Allah’ın dışında kuruntu­sunu ettikle­ri­nizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gi­der­meye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yeti­rebilirler. (isrâ 17/56) ayetlerini hatırda tutarak aşağıdaki bölümü okuyalım… Sikke-i Tasdik-i Gaybî’de geçen bir şiirde: “Cürmümüzle külhan gibi pürnârız, Dert elinden hem her gün zâr u zârız. Affet bizi madem sana hep yârız, Ey nur-u rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur! Çevrildi ateşle bu koca dünya, Bir cehennem gibi kaynadı derya. Yetiş imdada ey şâh-ı evliya! Ey bu zamanda rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!” Risalei nurlar sığınılacak, af dilenecek makam, âlemlerin rahmeti olarak gösterilmektedir. Bu şiir yukarıdaki ayetlere ve Kur’an’a göre şirktir. Çünkü af istenecek, sığınılacak, yardım istenecek Risale değil Allah; âlemlerin rahmet nuru Risaleler değil Kur’an-ı Kerim’dir. Risale-i Nur’un ve talebelerinin manevî kişiliğinin Gavs-ı Âzam olması İslam’a göre “Gavs” (kendisine sığınanlara yardım eden) sadece Allah ‘tır. “yalnızca Sen’den yardım dileriz.” Ayetinin ışığında Kur’an; yardım istemek için bizleri Allah’a yöneltir. Aksi inanç ise şirktir. Fakat bakalım Risaleler yardım için kimlere yönlendiriyor…

Kastamonu Lâhikası’nda geçen;“Ben, eskide, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki, Gavs-ı Âzam’da, kutbiyet ve gavsiyetle beraber, “Ferdiyet” dahi bulunduğundan, âhir zamanda, şakirtlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o Ferdiyet makamının mazharıdır.”  Sözüyle Said Nursi Risale-i Nur’u “Gavs” olarak kabul etmiş olup şirk işlemiş oluyor. Risalelerin koruyucu kabul edilmesi Emirdağ Lahikası, Yirmi Yedinci Mektup’da geçen: “bîçare Ceylan yanıma geldi, dedi: “Biz yanıyoruz, mahvolduk.” Ben de iki gün evvel mağazalarında bulunan Âyet-ül Kübra’nın bir kısım matbu’ nüshalarını yanıma getirmek için söyledim, fakat getirmedi. Demek o ateşi söndürmek için orada kalmıştı. Ben de Risale-i Nur’u ve Âyet-ül Kübra’yı şefaatçi yapıp: “Ya Rabbi kurtar” dedim. Üç saat o dehşetli yangın hücumunda bütün o büyük daireyi mahvetti. Altında ve bitişiğindeki dükkânları bütün yaktı, yıktırdı. Risale-i Nur’un ve Âyet-ül Kübra’nın hıfzında (korumasında) olan mağazaya kat’iyyen ilişmedi ve altındaki şakirdin dükkânı da müstesna olarak sağlam kaldı.” Sözleriyle Said Nursi Risalelerin yangına engel olduğunu, mağazayı koruduğunu iddia ederek şirk işlemiştir. Vahdeti vucud inancının kabul edilmesi Öncelikle, Vahdeti Vucud inancının kurucusu olan İbn Arabî’nin inandığı Allah’ın, Kur’an’ın anlattığı Allah olmadığını belirtelim, zira onun Allah’ı, her an yoktan yaratan, ahlâkî sıfatlara sahip olan şahsî bir Allah değildir. İbn Arabî, inandığı Allah’ı insana bağımlı kılmakta, insanı bir bakıma Allah’ın yaratıcısı kabul etmekte ve böylece insanı ilâhlaştırmakla din dairesinden çıkmış bulunmaktadır. Şimdi bu küfür ve şirk dolu inançla ilgili Said Nusi’nin cümlelerine bakalım… Lem’alar, Yirmisekizinci Lem’a; “Öyle de: Vahdet-ül-Vücûd mes’elesi gibi hakaik-ı ulviye,(yüce bir hakikat) ehl-i gaflet ve esbab içinde dalan avamlara girse, tabiat telâkki edilir ve üç mühim zarar verir.” Lem’alar, Dokuzuncu Lem’a; “…. Muhyiddin-î Arabî demiş: “Ruhun mahlukiyeti inkişafından ibarettir.” O suâl ile benim gibi zaif bir biçareyi Muhyiddin-î Arabî gibi müthiş bir harika-i hakikat, bir dâhiye-i ilm-i esrâra karşı mübarezeye mecbur ediyorsun. Fakat madem nusûs-u Kur’an’a istinaden bahse girişeceğim, ben sinek dahi olsam o kartaldan daha yüksek uçabilirim. Belki: Hazret-î Muhyiddin aldatmaz, fakat aldanır. Hâdîdir, fakat her kitabında mühdî olamıyor. Gördüğü doğrudur. Fakat hakikat değildir.”Vahdet-ül-Vücud ise bir meşreb ve bir hal ve bir nâkıs mertebedir. Fakat zevkli, neş’eli olduğundan, seyr ü sülûkta o mertebeye girdikleri vakit çoğu çıkmak istemiyorlar, orada kalıyorlar; en münteha mertebe zannediyorlar. ”Nur Risaleleri’nde oldukça yumuşatılarak geçiştirilmiş olan konu hakkında Said Nursî’nin ifadeleri birbirini tutmamaktadır. Getirdiği izahlarda tutarlılık olduğu söylenemez. Bu şirk inancını bir yandan “tevhide gark olmak, tevhide dalmak, Hüdâperestlik, zevkî bir tevhîd, ulvî hakikatlar” vb. sözlerle nitelemektedir; diğer yandan da İslâmî esaslara aykırılığını bildiğinden “bunu avam anlayamaz” tarzında bir gerekçe ile insanları bu öğretiden men etmeye çalışmaktadır. Bu ne menem bir tevhittir ki, “avamın eline geçince onları firavunlaştırma, nefislerini mâbûd edinme” gibi gizli (potansiyel) bir tehlikeyi de içermektedir. Said Nursi’ye “Bediüzzaman” lakabı verilmesi Bedii’in sözlükte iki anlamı vardır: Biri; örneği ve benzeri olmayanı yaratmaktır. İkinci anlamı ise; “örneği ve benzeri olmayan, harika varlıktır. Kur’an’a göre bu özellikler yalnız Allah’a aittir: “O (Allah), göklerin ve yerin bedi’idir.”(Bakara 117)

Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, Sekizinci Şua’da konuyla ilgili;“…Hem şimdi anlıyorum ki: Eskiden beri benim liyakatım olmadığı halde bana verilen Bediüzzaman lâkabı benim değildir. Belki, Risale-i Nur’un mânevî bir ismi idi. Zâhir bir tercümanına âriyeten ve emaneten takılmış. Şimdi o emanet isim, hakikî sahibine iade edilmiş.” cümlesi geçer. Öyleyse soralım: Neden bu sıfatı Şakirtlerden başka hiç kimse âlimleri için kullanmıyor? Tarihte bu sıfatı kullanan hangi peygamber, hangi âlim var? El cevab: Yok. Çünkü bu apaçık bir şirktir, bunun lamı cimi de olamaz. Fakat Risale-i Nur’un tercümanı, müritlerince yakıştırılan bu sıfatı kabullenmiş eyvallah demiştir. Hz. Ali’nin ve evliyaların Geleceği (Gaybı) bildiği iddiası Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Onsekizinci Lem’ada geçen; “….Hz. Ali diyor: “…. Evveli dünyadan kıyamete kadar ulum-u esrar-ı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş, kim ne isterse sorsun, sözümüze şüphe edenler zelil olur.” Sike-i Tasdiki Gaybi Sekizinci Lemada geçen; “…ulûm-u evvelîn ve ahirini bildiğini müftehirane iddia eden Hz. Ali (R.A.)…” Said-i Nursi Şuâlar, On Dördüncü Şuâ “…Hatta evliyanın bir kısmı, keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nur’u aynı o âhir zamanın hidayet edicisi olduğu, bu tahkikatla teville anlaşılır diyorlar.” Siracü’n-Nûr isimli kitapta;“…Evet Hazret-i Ali Radıyallahü Anh, “Kaside-i Celcelûtiye”de iki suretle Risâle-i Nur’dan haber verdiği gibi..”, Denizli Müdâfâsı’nda ise Hz. Ali haşa Said’in geleceğini haber verir ve Said’le konuşur; “Hz. Ali’nin kasidesinde ebced hesabıyla, “binüçyüzellide Said-i Kürdî gelecektir” çıkıyor. Hülâgû’dan ve latin hurufundan ve İslâm deccalından ve bir kısım ulemâların yanlışlarından kat’i haber veren İmam-ı Ali o cümle ile biçare Said’e diyor: “Sen o zamana yetişeceksin. Cenab-ı Hak’tan muhafazanı niyaz eyle ”Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, Sekizinci Şua’da;“… Birden bir ihtar-ı gaybî gibi kalbime denildi: İmam-ı Ali Radıyallahü anhü Risale-i Nur ile çok meşguldür. Mecmuundan haber verdiği gibi kıymetdâr risalelerine de işaret derecesinde remzedip îma ediyor. Eğer sarîh bir surette gaybdan haber vermek (çok zararları bulunduğundan hikmete münafi olduğu cihetle) hikmet-i İlâhiye tarafından yasak olmasa idi tasrih edecekti.” (Güya Hz. Ali, gerçek bir şekilde gaybı biliyor fakat Allah, bu gaybın açıkça haber verilmesini yasakladığı için sadece işaret yoluyla söylüyor!!!)Said Nursî ve Nur Risaleleri hakkında verilen bunca haberin (!) yanı sıra daha başka haberler de (!) vardır. Bunların en yoğun olanı “Keramet-i Gavsiye” adıyla takdim edilen Şeyh Abdülkadir Geylânî’nin haberleridir. Sike-i Tasdiki Gaybi Sekizinci Lemada geçen; “On dördüncü asırda “El-Kürdî” lâkabiyle yâdedilen Molla Said, benim müridimdir. O fitne ve belâ asrının her şer ve fitnesinden, Allah’ın izniyle ve havl-i kuvvetiyle onun muhafızıyım. ”Hz. Ali’nin Risaleyi şefaatçi kılıp yardım istediği iddiası “Allah’tan başka bir dostunuz ve şefaatçiniz yoktur. Düşünüp öğüt almıyor musunuz?” (Secde 4) “De ki: Göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse gaybı bilmez. ” ( Neml, 65)Allah’ın kitabındaki bu ve benzeri ayetleri bizden de iyi bilen Hz. Ali acaba Said-i Nursi’nin dediği gibi yapmış mıdır? Bakalım bu konuda Said-i Nursi ne diyor?

Şuâlar, On Beşinci Şuâ’da Hz. Ali’nin gaybı bildiği ve Risaleden yardım istediği geçer; “Birinci Kelime ­لا إله إلا الله tır. Bundaki hüccet ise matbu’ Âyetü’l-Kübra Risalesidir. O emsalsiz hüccetin harikalığı içindir ki; İmam-ı Ali (R.A.), Nur’un eczalarından haber verdiği sırada وبالآية الكبرى أمني من الفجت (Ayetül Kübrâ hakkı için beni ani ölümden koru) deyip o Âyetü’l-Kübra’yı şefaatçi yaparak…” Bu iddia, Hz. Ali’ye (r.a.) atılmış bir iftiradır; çünkü Hz. Ali Allah’ın Kitabını en iyi bilenlerdendir. Hz. Ali, şahadeti ile bitecek olayların bile sonuçlarını kestirememişken, kendisinden yüzyıllar sonra gelecek bir adamdan ve onun risalelerinden haber verecek… Üstelik onca sıkıntısının arasında oturacak ebced ve cifir hesapları yaparak, bu kitaplardan yardım isteyecek. Allah’tan başkasından yardım isteyip ölülere sığınma ve ölmüş bir insanın kendisinden yüzlerce yıl sonra yaşayan başka insanlara yardım ettiği iddiası “De ki, Allah’ın dışında kuruntu­sunu ettikle­ri­nizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler”. (isrâ 17/56) “Onları çağırsanız, çağrınızı işitmezler; işitmiş olsalar bile size karşılık veremezler; kıyamet günü de sizin ortak saymanızı tanımazlar. Hiç kimse sana, her şeyin iç yüzünü bilen Allah gibi, haber ver­emez.” (Fatır 35/14) Bu ayetleri hatırda tutarak aşağıdaki yazılara bir bakalım. Sike-i Tasdiki Gaybi Sekizinci Lemada geçen; “On dördüncü asırda “El-Kürdî” lâkabiyle yâdedilen Molla Said, benim müridimdir. O fitne ve belâ asrının her şer ve fitnesinden, Allah’ın izniyle ve havl-i kuvvetiyle onun muhafızıyım.” … Gavs’ın o müridi mahfuz kalmıştır. Korktuğu şer ve mehâlikten bir hıfz-ı gaybî ile kurtulmuştur” “O Gavs’ın müridi olan Said-ül-Kürdî, …. Allah’ın izniyle, havl ve kuvvet-i Rabbânî ile ona imdad etmişim ve istimdadına yetişmişim.”  “ve Gavs-ı Azam’ın ceddi ve üstadı olan Hz. Ali (R.A.); … Risale-i Nur şâkirdleri … O müthiş mehalike karşı sarsılmadıkları halde imdat-ı ruhaniye ve kuvve-i maneviyenin takviyesine pek çok muhtaç oldukları bir zamanda o ulûm-u evvelîn ve ahirîni bildiğini müftehirane iddia eden Hz. Ali (R.A.) hiç mümkün müdür ki; Evladından olan Gavs-ı Geylani’den geri kalsın. … Risale-i Nur şâkirdlerinin imdadına yetişmesin. Elbette bu suretle yetişir ve yetişti. “Ben sekiz-dokuz yaşında iken, nahiyemizde ve etrafında bütün ahali Nakşî Tarikatında ve orada Gavs-ı Hîzan adıyla meşhur bir zattan yardım isterken, ben akrabama ve bütün ahaliye aykırı olarak “Yâ Gavs-ı Geylanî” derdim. Çocukluk itibariyle ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şeyim kaybolsa, “Yâ Şeyh! Sana bir Fatiha, sen benim bu şeyimi buldur” derdim. Şaşırtıcıdır ama yemin ederim ki, böyle bin defa Hazret-i Şeyh, himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiştir.”  “Demek Cenâb-ı Hak o kudsî üstadımı, bir melek-i sıyanet gibi bana muhafız kılmış” Gençlik Rehberinde geçen;“ Hz.Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dan imdat ve Risale-i Nur’un şahs-ı mânevisinden himmet dileyerek çalışıyoruz” Mektubat, Birinci Mektubta geçen; “Hattâ Seyyid-üş-şüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahü Anh, mükerrer vakıatla kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi.”.

Barla Lâhikası, Yirmi yedinci Mektupta geçen; “Hele Gavs-ı A’zam Şeyh Geylânî Hazretlerinin keramet ve ihbârât-ı gaybiyesini hemşîreniz o kadar lezzet ve muhabbetle dinliyor ki, üç sene evvelisi hastalığa tutulduğu vakit, o halinde ve kısmen aklı başında olmadığı zamanlar bahçede ağaçların dallarını tutup, “Yâ Abdülkâdir-i Geylânî, Yâ Veysel Karânî, meded!” diye bağırıp sallanıyordu. ”Kendisinden yüzyıllar önce ölmüş bir insandan yardım istemek, bu insanın yardım ettiğini iddia etmek, Allah’tan başkasına sığınıp o kişiden yardım istemek Kurana göre şirktir. Bunun tevili, kıvırması olamaz. “Mescitler, kuşkusuz Allah’ındır. Allah ile beraber bir başkasına dua etmeyin! (…) De ki: ‘Ben ancak Rabbime yalvarırım ve hiç kimseyi ona ortak koşmam.’” (Cin,18-20)Evliya zannedilen bazı insanların ilahlaştırılması Barla Lâhikası Yirmiyedinci Mektupta geçen; “Özellikle, Allah adamı Hz. Abdülkadir, Gavs-ı A’zam, “ol” der “olur” dairesinin kutbu” (…) Sike-i Tasdiki Gaybi Sekizinci Lemada geçen; “Hazret-i Şeyhin vefatından sonra hayatta oldukları gibi tasarrufları ehl-i velâyetce kabul edilen üç evliya-yı azîmenin en âzamı o Hazret-i Gavs-ı Geylânî’dir.”  Mektubat, Birinci Mektubta geçen; “Hattâ Seyyid-üş-şüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahü Anh, mükerrer vakıatla kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi… ve dünyevî işlerini görmesi ve gördürmesi çok vâkıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve isbat edilmiş.”

Mektubat, Birinci Mektubta geçen; “Hazret-i Hızır Aleyhisselâm hayatta mıdır?… Elcevap: Hayattadır, … Hazret-i Hızır ve İlyas Aleyhimesselâmın hayatlarıdır ki bir derece serbesttir. Yâni bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler… Tevatür derecesinde ehl-i şuhûd ve keşif olan evliyânın, Hazret-i Hızır ile maceraları, bu tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder.”Sözler, Onaltıncı Söz/Birinci Şua/Üçüncüsü; “İşte şu sırdandır ki mahiyeti nur ve hüviyeti nuraniye olan Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyada bütün ümmetinin salâvatlarını birden işitir ve kıyamette bütün asfiya ile bir anda görüşür. Birbirisine mâni olmaz. Hatta evliyadan, ziyade nuraniyet kesbeden ve abdâl denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde müşahede ediliyormuş. Aynı zat, ayrı ayrı çok işleri görüyormuş. ”Sözler, 657’de geçen; “…Velilerin abdâlı, çok yerlerde bir anda zuhur eder, görünür”. Bediüzzaman Said Nursî, Afyon Hayatı; “… Aynen bunun gibi; Denizli’de, camilerde beni gördükleri gibi hattâ resmen ihbar da edilmiş, müdür ve gardiyana aksetmiş. Bazılar telâş ederek, “Kim ona hapishane kapısını açıyor?” demişler. Hem burada dahi aynen öyle oluyor. Hâlbuki benim çok kusurlu ve ehemmiyetsiz şahsiyetime, pek cüz’î bir harika isnadına bedel, Risale-i Nur’un harikalarını isbat edip gösteren “Sikke-i Gaybîye Mecmuası” yüz derece, belki bin derece ziyade Nurlara itimad kazandırır ve makbuliyetine imza basar. Hususan, Nur’un kahraman talebeleri ve onlar hakikaten harika hallerimle ve kalemleriyle imza basıyorlar. ”Allah Teâlâ, kimilerini yaratırken, kimilerini öldürür. Kendisine edilen tüm dualara karşılık verir. Sesleri birbirine karıştırmadan ancak o işitir. Her şeyi ancak o görür, o bilir. Her türlü eksiklikten münezzeh olan sadece o; tüm kemal sıfatlarıyla muttasıf olan da sadece odur. Onun dışındaki herkes ve her şeyin eksiklikten bir nasibi vardır. Melekler ve peygamberler ise onun kullarıdır. Aynı anda birçok yerde olup, birçok işler yapamazlar. Her şeyi işitip, göremezler. Şüphesiz ki; işleri evirip çevirmede, yönetmede, âlemlere tasarrufta yüce Allah’ın hiçbir şeriki (ortağı) yoktur. Hay olan, hiç ölmeyen sadece Allah’tır. O, şöyle buyurur: “Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeyin yöneticisidir.” (39/62)“Bilmedin mi ki, göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı, yönetimi, mülkiyeti) yalnız Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka ne bir koruyucu, ne de bir yardımcı vardır.” (2/107)Şirk, Allah’a mahsus olan sıfatlardan herhangi birini, münezzeh ve yüce Allah’tan başkasına isnat etmektir. Bu sıfatlar KÜN FE YEKÛN (”ol” der olur) ile tabir edilen irade ile âlemde tasarruf etmek yahut hastaya şifa icadı, rızkını daraltacak yahut öfke sebebiyle onu hasta yapacak yahut bedbaht edecek derecede bir şahsa lânet etme ve gücenme, öfkelenme yahut bir şahsa rızkını genişletecek, bedenine sağlık verecek, kendini mes’ut kılacak derecede rahmet etmek gibi sıfatlardır. Said-i Nursi’nin Kıyamet tarihini belirtmesi Allah; “Kıyamet vakti yaklaştı. Allah’tan başka onun vaktini bilen de yok.” (53/57-58) buyurduğu halde Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, Birinci Şuada; “… Ve’l-ilmu indallahi lâ ya’lemu’l-gaybe illallâhu

Hattâ ye’tiyallahu bu emrihi (şedde sayılır) fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi bin beşyüz kırkbeş (1545) olup kâfirlerin başında kıyamet kopmasına îmâ eder… Bu îmalar gerçi yalnız bir tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil, fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat’î tarzda kimse bilmez; fakat böyle îmalar ile bir nevi kanaat bir gâlip ihtimal gelebilir. (…)” denilerek Allaha şirk koşulmaktadır. Said Nursî’nin, hesap aralarına “Allah’tan başka, hiç kimse gaybı bilmez” anlamına gelen “lâ ya‘lemu’l-gaybe illallâhu” cümlesini koyması, adeta fasıkların büyük günahları bile bile işlerlerken “tövbe, tövbe” demelerini andırmaktadır.

yorum
  1. Emin dedi ki:

    Nurculuğun bir din olmadığını henüz anlayamamış ahmak, haddini bilsen iyi olur. Demekki cahillik para ile değil.

    Beğen

  2. SAÎD NURSÎ’NİN ÜSTÂDI CEMÂLEDDîN EFGÂNÎ VE MUHAMMED ABDÜH(*)

    Saîd Nursî diyor ki : “ Seleflerim, Cemâleddîn , Mısır müftîsi merhûm Muhammed Abdüh Efendiler…” Âsâr-ı Bedî’ıyye, s. 411,Elmas Neşriyyât, 2004, İstanbul; Târîhçe-i hayât, s. 68; Dîvân-ı harb-i örfî, s. 6.
    Saîd Nursînin,mason Cemâleddin Efgânî ve mason Muhammed Abdüh’e seleflerim ( rehber, üstâd ) ve merhûm demesi, dînen memnû’dur.
    Saîd Nursî, 16 yaşındayken Cemâleddîn Efgânî’nin talebesi ile tanışıp onların fikirlerine aldandığı anlaşılıyor.Saîd Nursî,Târîhçe-i hayât,s.46

    Bütün islâmî eserlere isrâiliyyât karışdığını iddi’â etmesi de (muhâkemât, s. 11,19 ) bu selefîlerin arkasından gitdiğini göstermekdedir. Saîd Nursî bu kadarla da kalmaz. “ Kur’ânı mürşid edindim.” ( Mektûbât, 28. mektûb ) demesi bu husûsdaki kökleşen fikrini ortaya koymakdadır.

    Saîd Nursî’nin bir başka çok büyük yanlışı “ Dînler Arası Diyalog “ tarafdârlığıdır, bu yanlışın selefim (üstâd, öncü) dediği mason Cemâleddîn Efgânî ve Muhammed Abdüh’den kaynaklandığı anlaşılmakdadır. (Târîhçe-i hayât, s. 46; Şerîf Mardin, Türkiye’de Dîn ve Siyâset, s. 178-179, İletişim Yayınları) Saîd Nursî ayrıca mason Muhammed Abdüh’ün kitâblarından istifâde etdiğini de bildirir. (İşârâtü’l- îcâz, s.224) Saîd Nursî ile mason Muhammed Abdüh’ün kâfirlere bakışı bir farklılık göstermez. Muhammed Abdüh İslâmiyyet ve Nasrâniyyet kitâbında, diyor ki: “Bütün dînler birdir, dış görünüşleri değişikdir.” Londra’daki bir papaza yazdığı mektûbunda ise “İslâmiyyet ve Hıristiyânlık gibi iki büyük dînin elele vererek kucaklaşmasını beklerim.” Zilzâl sûresi, 7. âyet-i kerîmeyi açıklarken ise “Müslim olsun, kâfir olsun sâlih amel işleyen herkes cennete girecekdir.” diyerek Kur’ân-ı Kerîme ters düşmüşdür. Bu zırvasından dolayı hayrânlarından Seyyid Kutub dahî, Nisâ sûresi,124.âyet-i kerîmeyi açıklarken Muhammed Abdüh’ü tenkîd etme ihtiyâcı duymuşdur.

    “ Bu zaman tarîkat zamanı değildir.” ( Emîrdağ lâhikası, c. 2, s. 241,334; Sikke-i tasdîk-i gaybî, s. 69; Mektûbât, 5.mektûb)

    Vehhâbîler hakkında da “ Vehhâbîlerin namaza çok dikkât etmeleri iftihâr edilecek şeydir.” ( Mektûbât, 28. mektûb)
    “ İslâm büyüklerinin türbelerini mukaddes görmek sebebiyle, Allâh vehhâbîleri musallat etdi.” demesi bu yolun fa’al yolcularından olduğunu göstermekdedir.
    Saîd Nursî ayrıca Cemâledîn Efganînin talebesi Hasen el Bennanın kurduğu İhvân-ı Müslimîn’i övüyor, tebrîk ediyor.( Emîrdağ lâhikası, c.2 , s. 316, Zehra Yayınları, 2003,İstanbul)

    Saîd Nursî’nin üstâd kabûl etdiği Cemâleddîn Efgânî (Afganlı değil, Îrân, Esedâbât’lı bir şî’î dir.) 1875’de, 37 yaşında masonluğa girmiş, 1878 de 40 yaşında meşrik-i a’zâm (mason başkanı) olmuşdur.
    Bunlarla ilgili vesîkalar aşağıdadır:

    1- Cemâleddîn Efganî’ye ilk reddiyye,Mecelle-i ahkâm-i ‘adliyye hey’etinden,Rûmeli Kâdıaskeri Flibe’li es’seyyid Halîl Fevzî efendinin Süyût-i kavâti’ adlı reddiyyesidir.Bu kitâb,Tercüman Gazetesi,1001 Temel Eserleri arasında neşr edilmişdir.

    2-Beyrut mason locası başkanı Hannâ Ebû Râşid, 1961’de neşredilen Dâiretü’l-me’ârifü’l-masoniyye, s. 197’ de “ Cemaleddîn Efgânî, Mısır mason locası başkanı idi. Âlimlerden ve devlet adamlarından üçyüze yakın üyesi vardı. Ondan sonra imâm üstâd Muhammed Abdüh re’îs oldu. Abdüh büyük bir mason idi. Abdüh’ün masonluğu Arab memleketlerine yaydığını kimse inkâr edemez.” demekdedir.

    3-Les Franco maçons (s.127,1960, Fransa) kitâbında Cemâleddîn Efgânî’nin’nin masonluğu anlatılmakdadır.

    4-Alaeddîn Yalçınkaya, Cemâleddîn Efgânî, Sebîl Yayınları, 1995
    5-Nikki Keddie, Cemâleddîn Efgânî, Bedir Yayın-ları, 1977
    Temel eser, Tercüman Gazetesi Yayınları.
    6-Prof. Dr. M. Kaya Bilgegil, Ziyâ Paşa kitâbında Cemâleddîn Efgânî’nin mason olduğunu bildirmekdedir.
    7-Osmanlı şeyhülislâmı Hasan Fehmî efendi, Cemâleddîn Efgânî’nin kâfir olduğuna dâir fetvâ vermişdir.
    8-Şeyhülislâm Mustafa Sabrî efendi, “ Üstâdı Cemâleddîn vâsıtasıyla masonluğu Câmiü’l-ezher’ e Muhammed Abdüh sokmuşdur “ diyor. Mevkıfü’l-akl ve’l –ilm ve’l-âlem, c.1, s.133, 1414, Beyrut

    9-Muhammed Sâbit Şâzilî, El-Masoniyye, s. 77, Mekteb-i vehbiyye,Mısır(Bu kitâbda Cemâleddîn Efganinin el yazısı ile masonluk mürâce’atı ve meşrik-i a’zâmlığa seçiliş vesîkasına yer verilmişdir. Loja’nın ismi kevkeb-i şark’dır)72-73. sahîfelere bakınız

    10 – Edîb İshak’ın (Mısırlı), Dürer kitâbında ,
    Cemâleddîn Efgânî’nin Kahire Mason Locası
    re’îsi olduğu yazılıdır.

    11- Meşîhat’da fetvâemîni olan Elmalı’lı Muhammed
    Hamdi Yazır da “ Hak Dili Kur’an Dili “ adlı ki-
    tâbının Fîl Sûresi kısmında âyet-i kerîmeyi
    yanlış tefsîr etmesinden dolayı Muhammed
    Abdüh’ü tenkîd etmişdir.

    12-Muhammed Abdüh’ün Îrânlı yehûdî Radînin
    Yazdığı, şî’î kitâblarının meşhûrlarından olan
    Nehcü’l-belâga’yı şerh etmesi, onun inancı
    hakkında gerçeklerin ortaya konması bakımından önemlidir.
    13-Mısır’lı târîhci Prof. Dr. Muhammed Hüseyin’in
    (Modernizmin İslâm Dünyâsına Girişi, İnsân Yayınları, 1986, İstanbul ) kitâbında, Cemâleddîn Efgânî ve Muhammed Abdüh’ün İslâmiyyete verdikleri zararlar geniş bir şekilde anlatılmış,Efgânî’nin Afganistân’lı değil îrân’ın Esedâbâd(Hemedan) köylülerinden olduğunu,orada hâlen akrabalarının bulunduğunu isbât etmişdir .
    14 – Dr.Hasîb Samarraî, Müfessir Reşîd Rızâ, adlı doktora tezinde C.Efgânî, M.Abdüh ve Reşîd Rızâ’nın masonluk ve sapıklıklarından bahsediyor.
    15 -C.Efgânî’nin ” Mi’mâr Sinân ” adlı mason dergisinde, mason olduğu yazılıdır. Sayı:127, Mart.2003
    16-Yûsüf Decvî’nin (Câmi’ül-ezher yüksek ilm kurulu mensûbu),1966,Câmi’ül-ezher mecellesi’ndeki makâlesi.
    17-Muhammed Arabî’nin,İfâdetü’l-ahyâr,Mekke,kitâbındaki reddiyesi.

    [Abdüh Mısır’ın Nasr köyündendir.] Şiîlerin dört hak mezhebe zarar vermek içün kendilerini gizlediklerini de hatırlamakda fâide vardır. Bunların talebesi olup, Ehl-i sünnete saldıran Reşîd Rızâ’nın da Irak’lı şiî olduğu hâlde, kendisini Sûriyye’li diye tanıtması bu sebebdendir. İttihâdcı’lar da Osmânlı Devleti’ni yıkmak için, sapık inançlarını gizlemişler, müslimân gözükmüşlerdir.
    Saîd Nursînin İttihâd ve Terakkî’ye girmesi de C. Efgânî’nin sapık fikirlerini benimsemesinden ya’nî selefî olmasından kaynaklanmaktadır. Osmanlı Devletine düşmân olan selefîlerle aynı safda olması, Sultân AbdülHamîd’e düşmânlığı, bu inançda olmasındandır.
    [ Prof. Dr. Şerîf Mardin, Türkiye’de Dîn ve Siyâset, s. 34, İletişim Yayınları; Târîhçe-i hayât, s. 66,73; Volkan Gazetesi, sayı: 83; Şu’âlar, 16. şu’â ]
    (*) C.Efgânî, M.Abdüh ve bunlar gibi dalâlet sâhibi kişiler me’alesef evliyâ diye, evliyâ kitâblarına alınmakda ,halkımız bu şekilde aldatılmak istenmekdedir [Hüseyin Vassâf, Sefînetü’l-evliyâ’da ve ba’zî menâkib-i evliyâ kitâblarında bu ve bunun gibi sapıklara yer verildiği görülmekdedir]
    Atâüllâh Dürrîoğlu

    Beğen

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.