“NÂR” (ATEŞ) KAVRAMI \ Kenan ESEN

Yayınlandı: 16 Nisan 2018 / Kenan Esen, İktibaslar

Nâr (نار) kelimesi “nun, elif, ra” harflerinden oluşur; fakat kelimenin kök harfleri “nun, vav, ra” (نور) dır.

Bir önceki yazımda nur (نور) kavramını yazdığımda da kısmen açıklamıştım. Bu iki kelime aynı kökten gelir. İki kelime aynı köktense mutlaka bir anlam ilişkisi vardır. İkisinin arasındaki benzerlik ve farklılıkları göreceğiz.

Nûr kelimesinin anlamı aydınlık demekti, nâr ise ateş anlamına geliyor.

O nedenle Kur’an’da Cehennem, nâr ile gösterilmiştir. (Kur’an’da Cehennemin ateş ile gösterilmesi tamamen semboliktir. Çöl ikliminde sıcaktan kavrulan bir topluluğa müteşabih bir şekilde anlatılıyor. Vahiy Kutup bölgelerine yakın bir yerde inmiş olsaydı, bu kez de Cehennemi buzullar içinde bulacaktık.)

Nâr Cehennem olarak ifade edilirken hem el- (belirlilik takısı) eki hem de bu eki almadan kullanışları vardır.

El- Takılı

MÜ’MİN 41: Ey kavmim, ne oluyor ki ben sizi kurtuluşa çağırıyorken, siz beni ateşe (el-nâri) çağırıyorsunuz.

…..

43: “İmkânı yok; gerçekten sizin beni kendisine çağırmakta olduğunuz şeyin, dünyada da, ahirette de çağrıda bulunma (yetkisi, gücü, değeri ve bağışlama)sı yoktur. Şüphesiz, bizim dönüşümüz Allah’adır. Ölçüyü taşıranlar, onlar ateşin (el-nâri) halkıdırlar.”

El- Takısı olmadan

MÜDDESİR 31: Biz o ateşin (el-nâri) koruyucularını meleklerden başkasını kılmadık…

NİSA 56: Ayetlerimize karşı inkâra sapanları şüphesiz ateşe (nârân) sokacağız…

Nâr ile Cehennem kastedilirken Cehennem ile nâr’ın birlikte kullanımları da mevcuttur. (Tevbe 35, 63, 68, 81, 109, Fatır 36, Tur 14). Bunun yanında Cehenneme gireceklerin karınlarına ateş verileceği anlatılır (Bakara 174, Nisa 10). Ayrıca Cehenneme gireceklere giysi olarak yine ateş giydirildiğini görüyoruz (Hac 19, Rahman 35). (Tüm bunların mecazlı olduğunu söylemiştim.)

Cehennem ile ilgili ayetleri çok uzatmayım. Kur’an’da Nâr ile Cehennemin kastedildiği daha onlarca ayet var.

Nûr kelimesinin anlamı zulüm (karanlık) kelimesinin zıttı yani aydınlık demekti. Tabi ki mecazi anlamda bir aydınlık.

Nûr karanlık ortamı aydınlığa çevirir; yani önümüzü görmemizi sağlar; fakat mecazi anlamda karanlıklardan aydınlığa, yani zulümden, adaletsizlikten hakka, adalete çevirir. Nâr (ateş) ise aydınlatmaktan ziyade yakar.

Karanlıklardan aydınlığa çeviren vahiydir, yani nûr vahiydir; nâr ise vahyin tam zıttıdır. Vahiy adaleti huzuru tesis etmek isterken, nâr ise tam tersi fitne ateşiyle adaletsizlik getirir.

Bakara Suresinin 8. ayetinden 20. ayetine kadar münafıklarla ilgili ayetler iner. 17. ayete geldiğimizde bu münafıkların yakmış olduğu ateşten bahseder; ateşin aydınlattığı dikkat edin nûr değil ziyadır. Ziya da ışık verir; ama bu ziya adalet için değildir. Allah o münafıklardan nurunu giderir, onları zulüm atta yani karanlıklarda bırakır. Oysaki bu adamlar ateş yakmışlardı; ziya ile aydınlandılar ama nurlanmadılar. Olayların nasıl müteşabih dille anlatıldığını görüyor musunuz? O münafık adamlar vahiy ile beraber olmalarına rağmen vahiyden nasipsiz kaldılar. Nur ile aydınlanmadılar, nâr (ateş) ile ziyalandılar.

Münafık kavramı, Medeni ayetlerde (Medine döneminde inen ayetler) vardır. Mekke’de münafıklardan bahsedilmez; zira İslam güçsüzdür. Güçsüz olunan yerde de münafıktan bahsedilmez. Ne zamanki Medine’ye hicret edildi ve Medine İslam Devleti kuruldu, o zaman İslam güçlendi. İslam Devletiyle beraber gerçekte iman etmemiş olanlar iman etmiş görünümüyle kalbi tam olarak tatmin olmamış kişileri etkilemeye, kalbinde kuşku bırakmaya çalışmışlardır. İşte bu münafıklar, fitne ateşi yakarak İslam’ı güçsüz duruma sokmak istemektedirler. Münafıkların yakmış oldukları ateş de budur.

Maide 61. ayetinde yine münafıklar anlatılırken onların düşmanlıkta ve haram yiyicilikte ileri düzeye gittiklerini söyler. Sonra onların bilginlerinin onları günahlardan alıkoymadıkları söylenir. 64. ayete geldiğimizde bu Yahudilerden bahsettikten sonra bunlar işlerinin kötü gitmesinden dolayı Allah’ı sorumlu tutarak “Allah’ın eli sıkıdır.” diyerek sorumlu olarak kendilerinin yerine Allah’ı göstermişlerdir. Allah’a karşı bu iftiraları nedeniyle lanetlenmişlerdir (Yahudilerin lanetlenmesi ırk ile ilgili değildir, tavırları nedeniyledir). Bunun üzerine bu Yahudiler halkın arasına kin ve düşmanlık yayarlar. Fakat onlar ne zaman bir ateş (nâr) yaksa; yani topluma kin, nefret vermeye çalışsa Allah o ateşi söndüreceğini söylüyor. (Tabi ki Allah kendisi müdahale etmez, insanlar eliyle bunu yapar Hac 40). Ve Maide 64. ayetinin sonu “Onlar yeryüzünde fesat çıkarır; ama Allah fesatçıları sevmez.” diye biter.

İşte ateş yakmak mecazi anlamda fesat çıkarmaktır.

**********

Şimdi bu ayetlerdeki anlamlardan hareketle kıssalardaki nâr (ateş) kelimesinin anlamını işleyelim:

(Konumuz kıssalar olmadığı için sadece ilgili yerlere değinmekle yetineceğim)

Âdem-İblis;

Âdem-İblis kıssasında Allah tüm meleklere Âdem’e secde edin dediğinde; tüm melekler secde ediyor, yalnız İblis secde etmiyor, Kâfirlerden oluyordu. Secde etmeme gerekçesi ise “Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten (nârin) yarattın, onu ise çamurdan yarattın.” (Araf 12, Sad 76). demesiydi.

Toprak mütevazılığı temsil eder, ateş gururu temsil eder. Burada İblisin toprak yerine çamur demesi onu küçümsemesinden dolayıdır. Şimdi bu anlatılanlar tamamen sembolik bir dille anlatılmıştır. Şimdi bu ayetleri bir de şu ayetlerle beraber okuyalım.

Hicr 26-27 ve Rahman 14-15 ayetlerinde Allah insanı pişmiş topraktan, ona hayat veren canı da kavurucu/dumansız ateşten yarattığını söylüyor. İnsan özü itibarıyla iyidir, yeter ki fıtratımızın sesini dinleyelim (Rum 30). Ama Allah nefsimize takva ve fücur duygusu ilham etmiştir. Dileyen takvaya uyar, dileyen fücura (Şems 7-8-9-10).

İşte Âdem-İblis kıssasında sembolik dil ile anlatılan İblis bizim içimizdeki fücur duygusudur. İblisin ateşten yaratılması demek; onun ortalığa fesat çıkarması anlamında müteşabih bir dildir.

*****

Ashab-ı Uhdud

Büruc Suresinin 4. ayetinden 11. ayetine kadar Ashab-ı Uhdud denilen zalim kavim anlatılır. Bu adamlar iman eden mustazaflara (zayıf bırakılmışlar) işkence ediyorlardı. Kıssaya göre bu zalim adamlar bir çukur kazmışlar ve iman edenleri bu çukurun içine atmışlar, sonra da ateş yakmışlar ve iman edenleri yakıyorlar. İman edenler bu zalimlere kulluk etmiyor, sadece Allah’a iman ediyorlardı, O’nun dışında kimseye teslim olmamışlardı; ama Ashab-ı Uhdud çukurun karşısına geçer onların yandığını keyif ala ala izlemekteydi.

10. Ayete geldiğimizde Allah Ashab-ı Uhdud’un bu yaptığını fitne hazırlamak olarak anlatıyordu. Yani burada Ashab-ı Uhdud’un yaktığı ateş fitne ateşidir. Toplumu birbirine kırdırarak, onlara akıl almadık işkenceler çektirmişlerdir.

*****

Hz. Nuh;

Nuh Suresi 21. ayetten itibaren; Nuh’a iman etmeyenler birlik olarak Nuh’a isyan ettiler, başkalarına uydular, Nuh’a yönelik hileli düzen kurdular.

Ve dediler ki: Asla ilahlarınızı bırakmayın.

Böylece çoğu kimseyi saptırdılar. Bunun akabinde de 25. ayette: Bunlar, hataları dolayısıyla suda boğuldular, sonra ateşe (nârân) sokuldular (feédhilû). O zaman da Allah’ın dışında hiçbir yardımcı bulamadılar.

Bu ayette geçen feédhilû kelimesindeki “f” harfi, Arapçada “fe-i takibiyedir.” Yani olayın hemen olduğunu ve hiç ara verilmediğini ifade eder. Demek ki Nuh’un kavmi boğulduktan hemen sonra ateşe sokulmuştur. Yani birilerinin dediği gibi Nuh kavmi Cehennem ateşinde değil, bunların hayatları perişan olmuş, fitne ateşinde birbirini yemişlerdir.

*****

Hz. İbrahim;

İbrahim; Nemrut ve kavmine karşı mücadele etmiştir. Nemrut ve kavmi putperest bir kavimdir, İbrahim’in babası da hakeza aynı. İbrahim; babasına ve kavmine bu putları bırakmalarını, Allah’tan başka kimseye kulluk etmemeleri gerektiğini söyleyince kavminden ve özellikle de babasından çok şiddetli tepkiyle karşılaşıyor. Onların tapmış oldukları heykellerin bir işe yaramadığını anlattıkça İbrahim’e daha bir tepkili yaklaşıyorlar.

İbrahim de onlar gittikleri sırada tüm heykelleri kırıyor, sadece en büyüğünü kırmıyor ve diğerlerini kırmış olduğu baltayı da en büyüğünün eline bırakıyor. Kavmi gelip de İbrahim’e “Neden putlarımızı kırdın” diye hesap sorduğunda, İbrahim de: “Bakın en büyük heykelin elinde balta var, belki o kırmıştır” diyerek onların sorgulamalarını istiyordu. O putların bir şey yapamayacağını kavmi de biliyor aslında; ama atalar dinini bırakmaları kolay değildi ve neticede İbrahim’e zarar vermek istiyorlar.

ENBİYA 68: Dediler ki: “Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın (harrakûh) ve ilahlarınıza yardımda bulunun.”

69: Biz de dedik ki: “Ey ateş (yâ nâru), İbrahim´e karşı soğuk ve esenlik ol.”

70: Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat Biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık.

Evet, İbrahim’i ateşe atıyorlar; ama ateş İbrahim’i yakmıyor. Ona karşı serin ve selametli oluyor. Peki, Allah’ın çizmiş olduğu bir kanun var (Sünnetullah). Allah bu Sünnetullahını kafasına göre bozar mı sizce? Bozmaz!

Ateşe ne demiştik? Fesat çıkarmak, zarar vermek; yani fitne ateşi. Bu adamlar İbrahim’i ateşe atarak ona zarar verici her şey yapıyorlar. Allah ise o verdikleri zararı gideriyor.

Acaba gerçek ateş olabilir mi diye kafanızda kuşku kaldıysa bu ayetleri bir de aşağıdaki ayetlerle beraber okuyalım.

ANKEBUT 24: Bunun üzerine kavminin (İbrahim´e) cevabı yalnızca: “Onu öldürün ya da yakın (harrakûh)” demek oldu. Böylece Allah onu ateşten (mine’n-nâri) kurtardı. Şüphesiz bunda, iman eden bir kavim için ayetler vardır.

25: “(İbrahim) Dedi ki: “Siz gerçekten, Allah’ı bırakıp dünya hayatında aranızda bir sevgi bağı olarak putları (ilahlar) edindiniz. Sonra kıyamet günü, kiminiz kiminizi inkâr edip tanımayacak ve kiminiz kiminize lanet edeceksiniz. Sizin barınma yeriniz ateştir (el-nâru) ve hiç bir yardımcınız yoktur.”

Kavmi İbrahim’e karşı onu ya öldürün ya da yakın diyormuş. Ee yakmak gerçek anlamda yakmak olsa idi zaten ateşte yakınca ölmüş olmuyor mu?

İşte ayetlerin müteşabih manada ne kastettiğini anlamazsak, maalesef hiçbir kıssanın da arka planda ne anlattığını öğrenemeyiz.

*****

Zülkarneyn;

Kehf 92. ayetten itibaren Zülkarneyn iki seddin arasına gidiyor. Orada bir kavim kendisinden yardım istiyor. Orada Ye’cüc ve Me’cüc fesat (müfsidûne) çıkarıyor ve onlara karşı bir set yapıyor.

KEHF 96: “Bana demir kütleleri getirin”, iki dağın arası eşit düzeye gelince, “Körükleyin” dedi. Onu ateş (nârân) haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra:) dedi ki: “Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim.”

97: Böylelikle, ne onu aşabildiler, ne onu delmeye güç yetirebildiler.

98: Dedi ki: “Bu benim Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin va´di geldiği zaman, O, bunu dümdüz eder; Rabbimin va´di haktır.”

Dikkat edin Ye’cüc ve Me’cüc fesat çıkaran bir topluluk. Zülkarneyn de onlara karşı demir kütleleri getirttiriyor. Demir sembolik manada güç demektir. Daha sonra o gücü istediği gibi yontarak kullanacaklar. Ye’cüc ve Me’cüc’e karşı bu kez Zülkarneyn de onlara ateşle yani onların verdiği cevapla karşılık veriyor. Yani onlara karşı bir nevi set yapıyor, Ye’cüc ve Me’cüc de o seti aşamıyorlar.

*****

Hz. Musa;

Musa Firavun’un zulmünden kaçtıktan sonra Şuayb peygambere sığınması ve ondan 10 sene eğitim alması anlatılır. Musa, Şuayb’in kızıyla evlendikten sonra yola çıkıyor. Zira Firavun kavmine zulmediyordu, onun zulmünü engellemek için de Musa’nın bir köşeye çekilip oturması değil, onun yanına gidip o zulmü engellemesi gerekiyordu. Musa ve eşi kervanla yola koyulurken Musa dağda bir ateş görüyor ve o gördüğü ateş için Sina Dağına çıkıp Allah ile konuşması anlatılır. Oysaki Allah ile kimse konuşamaz, bu olaylar tamamen müteşabih bir dille anlatılmıştır. Musa’nın Allah ile konuşması ne manaya geliyor, okumak isteyenler için şu yazımın linkini vereyim:

https://mehmetselvi.wordpress.com/2018/04/15/kimse-allah-ile-konusamaz-hz-musa-da-konusamaz-kenan-esen/

Musa’nın o gördüğü ateş, tamamen fitne ateşidir. Zira Firavun’un yanına gittiğinde Firavun onu güllerle karşılamayacak, ona zulmetmek isteyecekti. İşte Musa bunu öngörüyordu; fakat Allah Musa’ya müjde veriyordu.

Allah diyor ki; “Ateş (fî el-nâri) (çevresinde) olanlar da, çevresinde bulunanlar da mübarek kılınmıştır. Âlemlerin Rabbi olan Allah yücedir.”

Yani korkmayın Firavun ateşiyle sizi yakamayacaktır, size zarar veremeyecektir.

*****

Firavun’un Ateşe Sunulması;

Mümin Suresinin 23. ayetinden 54. ayetine kadar Musa ile Firavun’un mücadelesi anlatılır. 28. ayetten itibaren Firavun sarayında yetişen imanını gizleyen bir adam anlatılır. İmanını gizleyen adam Musa’ya destekçi olur, onu savunur ve Firavun’un saltanatını yıkmada Musa’ya yardım eder.

Firavun kendi içinden darbeyi almıştır ve Musa’ya karşı mağlup olur. İşte bu olayların akabinde Firavun ve ordusunu azabın en kötüsü sardı der (Mümin 45). Bu ayeti Araf 133 ile beraber okuduğumuzda Firavun’a gelen azabın tufan, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve kan musallat kılınıyor. Tabi bu belalar ile ne kastediliyor, bunun için ayrı ayrı çalışmak gerekiyor. Ama kısaca bunlar Firavun’un çevresinde olup biten küçük küçük belalardır. Mesela bizim kültürde de küçük ama kalabalık gurup için de çekirge sürüleri demiyor muyuz?

İşte Firavun bunlar ile ateşe sunuluyor. Buradaki ateşe de kabir azabı demişler, oysaki Firavun’un özellikle de kendi içinden çektiği dünyevi sıkıntılardır bunlar. İşte Allah bunu Firavun ateşe sunuldu diye müteşabih dille anlatıyor.

Ayetin devamında “Kıyamet-saatinin kopacağı gün: “Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun.”

Evet, Firavun ve avenesi dünya hayatında ateşe sokulduktan sonra ahirette azabın daha büyüğünü görecek. Orada gireceği yer cehennemdir. Cehenneme de ateş deniliyordu ya, işte devamındaki ayetlerde Firavun ve avenesini Cehenneme attığını söylerken de ateş kavramını kullanıyor ve orada onların konuşmasını sembolik bir dille anlatıyor. Oysaki daha Cehennem hayatı başladı mı ki?

Kıssadaki olayların nasıl canlandırma tekniğiyle hazırlandığını görüyor musunuz?

İşte Kur’an’da hiçbir mecaz ve semboller yok diyenler iyi okusunlar.

*****

Ebu Leheb;

Ebu Leheb’in ateşe atılması için hemen hemen bütün mealler, tefsirler dünya hayatındayken Cehennemle müjdelenmiş derler. Ya hu böyle bir saçmalık olabilir mi? Yazı çok uzun olduğu için çok da uzatmak istemiyorum. Kısaca önceki ayetlerden hareketle Leheb’in bu dünyada yaşadığı sıkıntıları anlatıyor.

Evet, ateş (nâr) ile ilgili olarak benim yorumlamalarım böyle.

Vahiy nûrdur, nâr ise vahyin tam zıttı fitnedir.

Nûr ışık saçar, o ışık ile adalet gelir, huzur gelir; nâr ise yakar, kavurur, fitne saçar…

En doğrusunu Allah bilir.

yorum

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.